UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
HUKUK BÖLÜMÜ
E. 2020/531
K. 2020/635
T. 26.10.2020
KARAR
Davacı : A.A.
Vekili : Av. M.B.
Davalı : … Odası Başkanlığı
Vekili : Av. A.K.
OLAY
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin Oda Başkanlığına kayıtlı 07 T …. plakalı aracın sahibi olduğunu, davalı odanın 21.01.2018 tarihli Genel Kurul Toplantısında tutanakla karara bağlanan “…. oda tarafından bağış alınan paraların iade edilmemesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.” içerikli “n” gündem maddesinin; usulsüz ve hukuka aykırı olarak karara bağlandığı, kendilerinden “bağış” adı altında alınan paraların mevzuatta yeri olmadığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Esnaf ve Sanatkarlar Genel Müdürlüğünün 02.01.2018 tarih ve 30741369 sayılı inceleme raporunda Odanın usulsüzlükleri ile ilgili birçok tespitin yer aldığını, bu usulsüzlüklerden birinin de taksici esnafından alınan haksız ve usulsüz paralar olduğunun ifade edildiği, durağa kaydedilmek için herkesten ayrı miktarlarda para alındığını, bir kısım taksiciden hiç para alınmadığını, bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek, Genel Kurul Toplantısında Karara bağlanan işlemin iptali ve davalı Oda tarafından kendisinden alınan 35,000,00-TL’nın yasal faizi ile birlikte iadesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 4. İDARE MAHKEMESİ: 5.12.2018 gün ve E:2018/122, K:2018/917 sayı ile, olayda; uyuşmazlığın davacı tarafından davalı idare hesabına yatırılan 35.000,00-TL ile yatırılan işbu paranın iadesi isteminin reddi işleminden kaynaklandığı, Gümrük ve Ticaret Müfettişliğince yapılan teftiş sonucunda yatırılan paranın bağış olmadığı ifade edilmiş ise de, söz konusu paranın herhangi bir idari işlem veya eylem neticesinde davalı idarenin hesabına yatırılmayıp meccanen davacı yanca şarta bağlı olarak bağış yapıldığı ve bu hususun ödeme dekontunun açıklamalar kısmında belirtildiği, ödeme yapılması sureliyle de davacı ve davalı arasında bağış akdinin kurulduğu, bu bağlamda işbu uyuşmazlığın bağış sözleşmesinden kaynaklandığı, bu sözleşmenin Vergi Mahkemesinin görevine giren vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ile bunların zam ve cezalar ile tarifelere ilişkin bulunmadığı gibi idare mahkemesinin görevine giren iptal veya tam yargı davasına konu bir işlem ile ilk derecede Danıştayca çözümlenecek bir işlem de olmadığı: dolayısıyla özel hukuk ilişkisinden doğan ve sözleşme hükümlerinin tarafların serbest iradesiyle belirlendiği bağış sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlığın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar vermiş, bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf isteminde bulunulmuştur.
Konya Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi: 20.6.2019 gün ve E:2019/766, K:2019/958 sayı ile, istinaf başvurusuna konu mahkeme kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinde düzenlenen kararın kaldırılması nedenlerinin bulunmadığı anlaşıldığından, istinaf isteminin reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 17.7.2019 gün ve E:2019/333, K:2019/310 sayı ile, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 25. Maddesine göre idari yargı davaları, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak belirtildiği; davanın konusunun idarenin yapmış olduğu işlemin iptali ile Genel Kurul Kararından doğan zararın tazminine yönelik olduğundan idari yargının görev alanına girdiği sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle, davanın yargı yoluna ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı idari ve adli yargı yerlerince verilmiş olan görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Burhan ÜSTÜN’ün Başkanlığında, Üyeler: Şükrü BOZER, Mehmet AKSU, Birol SONER, Aydemir TUNÇ, Nurdane TOPUZ ve Bilal ÇALIŞKAN’ın katılımlarıyla yapılan 26.10.2020 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ
Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Halil İbrahim ÇİFTÇİ ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Antalya Şoförler, Otomobilciler, Kamyoncular ve Kamyonetçiler Esnaf ve Sanatkarlar Odasına kayıtlı olarak 07 T …. plakalı aracın maliki olan davacı tarafından, davalı odanın 21.01.2018 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda karara bağlanan “….oda tarafından bağış alınan paraların iade edilmemesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.” içerikli “n” gündem maddesinin; usulsüz ve hukuka aykırı olarak karara bağlandığı, kendilerinden “bağış” adı altında alınan paraların mevzuatta yeri olmadığı, yeni durağa kaydolabilmek için herkesten ayrı miktarlarda para alındığı, bazı taksicilerden hiç para alınmadığı ileri sürülerek iptali ile kendisinden alınan 35.000,00-TL’nin ödeme tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” başlıklı 135.maddesinin birinci fıkrasında “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir.” hükmüne;
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı; esnaf ve sanatkârlar ile bunların yanlarında çalışanların meslekî ve teknik ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmelerini ve meslekî eğitimlerini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak, meslek disiplini ve ahlâkını korumak ve bu maksatla kurulan tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki esnaf ve sanatkârlar odaları ile bu odaların üst kuruluşu olan birlik, federasyon ve Konfederasyonun çalışma usûl ve esaslarını düzenlemektir.” Hükmüne;
“Tanımlar” başlıklı 3.maddesinde; “Bu Kanunun uygulanmasında;(…) d) Oda: Esnaf ve sanatkârların kuracakları ihtisas ve karma esnaf ve sanatkârlar odalarını,(…) İfade eder.” Hükmüne yer verilmiş;
“Odaların organları” başlıklı 9.maddesinde; “Oda organları şunlardır:
a) Genel kurul: Genel kurul toplantı tarihinden en az altı ay önce odaya kaydolmuş ve Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanından, ilgili esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşu tarafından alınacak, genel kurul toplantısına katılacaklar listesine dahil olan üyelerden oluşur.
b) Yönetim kurulu: Başkan dahil olmak üzere, üye sayısı 1000’den az olan odalarda yedi, üye sayısı 1000-2000 olanlarda dokuz, 2000’den fazla olan odalarda onbir kişiden oluşur ve genel kurul üyeleri arasından dört yıl süreyle görev yapmak üzere seçilir. Aynı sayıda yedek üye seçilir.(…)” hükmüne;
“Oda genel kurulunun görev ve yetkileri” başlıklı 10.maddesinde; “Oda genel kurulunun görev ve yetkileri şunlardır: (…)j) Bağlı olduğu birliğin muvafakati alınmak şartıyla kuruluş amacını gerçekleştirmeye yönelik gayrimenkul ve her türlü taşıt alım ve satımına, gayrimenkul karşılığında ödünç para alınmasına karar vermek.(…)”hükmüne;
“Oda yönetim kurulunun görev ve yetkileri” başlıklı 11. Maddesinde; “Oda yönetim kurulunun görev ve yetkileri şunlardır:
a) Oda işlerini mevzuat ve genel kurul kararlarına uygun olarak yürütmek.
b) Bakanlığın mevzuat gereği vereceği görevleri yerine getirmek.
(…)
f) Oda üyelerinin çalışma konularına giren hususlarda haklarını korumak için resmî ve özel kuruluşlar nezdinde girişimlerde bulunmak, üyelerinin meslekî menfaatlerini ilgilendiren konularda, adli ve idari yargı mercileri önünde oda başkanı marifetiyle odayı temsil etmek.
(…)
h) Üyelerin, çalışma konularına giren işlerde gelişmelerini sağlamak ve ihtiyaçlarını karşılamak bakımından, gerekli tedbirleri almak, kurslar düzenlemek ve bu konuda ihtiyaç duyulan tesisleri kurmak üzere genel kurula teklifte bulunmak, bu bilgileri Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanında güncelleyerek takip etmek.
(…)” hükmüne;
“Odaların gelirleri” başlıklı 14. maddesinde; “Odaların gelirleri şunlardır:
a) Kayıt ücreti.
b) Yıllık aidat.
c) Konfederasyonca belirlenen tarife ücretleri karşılığında düzenlenecek ve onanacak belgeler ile yapılan hizmetler karşılığında alınacak ücretler.
d) Meslekî yeterlik belgesi ücretleri.
e) Yayın gelirleri.
f) Sınav ücretleri.
g) Oda amacını gerçekleştirmek için kurulacak kuruluşların ve iştiraklerin gelirleri.
h) Oda tarafından düzenlenecek danışmanlık, eğitim, kurs ve sosyal faaliyet gelirleri.
ı) Muhasebe işlerinin yapılmasından elde edilen gelirler.
j) Faiz ve diğer gelirler.
k) Bağış ve yardımlar.” hükmüne yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davalı Oda Başkanlığının 06.03.2015 tarih ve 2sayılı Yönetim Kurulu kararının 8. maddesiyle “2016 yılında faaliyete geçmesi planlanan Expo taksi durağı için yapılan başvuruların değerlendirmeye alınmasına, şehir merkezindeki trafik sıkışıklığını azaltmak, duraklarda faaliyet gösteren ticari taksi sahiplerinin başvurularına öncelik tanınmasına, taksi durağı için yapılacak başvurularda 5362 sayılı Yasa’nın 14. maddesi gereğince başvuru sahiplerinden kendi istek ve arzularıyla yapacakları bağışların kabul edilmesine, bağışların 14. madde uyarınca Oda’ya gelir olarak kaydına, bu bağışların ayrı hesapta toplanarak hizmet binasının bulunduğu arsanın Vakıflar Genel Müdürlüğünden alımı için kullanılmasına” karar verildiği; 07 T …. plakalı ticari aracın maliki olan davacı tarafından, aracını Expo 2016 durağına kaydettirmek maksadıyla 17.03.2015 tarihinde davalı idarenin Halk Bankası’nda bulunan hesabına 35.000,00-TL yatırıldığı, çeşitli konularda davalı odaca usulsüz işlemler yapıldığı yönündeki şikayetler üzerine Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Müfettişliğince yapılan teftiş sonucu 13.12.2017 tarih ve 338-C/06-01 sayılı İnceleme Raporu düzenlendiği, raporda; “odanın banka hesabına bağış adı altında muhtelif tarih ve tutarlarda para yatıran kişilerin bu paraları taksi plakalarını Expo 2016’da kurulacak taksi durağına kaydedebilmesi karşılığında yatırdığı, dolayısıyla da karşılıksız olmadığı, Oda tarafından her ne kadar bağış geliri olarak gösterilse de esasen bu paraların bağış olmadığı, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun Oda gelirleri başlıklı 14. maddesinin 1-k bendindeki bağış ve yardımlardan sayılamayacağı, Oda’nın yapacağı ilk genel kurulda, plakasını Expo taksi durağına kaydetmek isteyenlerden başvuru sırasında bağış adı altında para alındığı hususunun gündeme alınarak Odanın yönlendirmesi üzerine Expo taksi durağında çalışmak için taksi durağını değiştirmek amacıyla bağış adı altında Odanın banka hesabına para yatıran taksici esnafının yapmış olduğu ödemelerin iadesi için Odaya yazılı olarak başvurabileceği gibi sonuç alamaması halinde veya doğrudan yargı yoluna da başvurulabileceğinin üyelerin bilgisine sunulması, plakanın bir taksi durağına kaydedilmesi veya taksi durağının değiştirilmesi amacıyla bağış adı altında taksici esnafından alınan paraların iade edilip edilmeyeceğinin görüşülmesi ve alınacak karara göre hareket edilmesi gerektiği” yönünde kanaat belirtildiği; yatırılan meblağın iadesi için yapılan başvuruların davalı odanın 21.01.2018 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda karara bağlanan “….oda tarafından bağış alınan paraların iade edilmemesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.” içerikli “n” gündem maddesiyle reddedildiği, anılan maddenin iptali ile davacıdan alınan 35.000,00 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmış; davalı tarafından Mahkemeye sunulan cevap dilekçesinde ise; Yönetim Kurulu Kararı uyarınca bir kısım üyelerin kendi istek ve arzularına göre Oda’ya, bu amaçla kullanılmak üzere ve karara uygun olarak ayrı hesapta tutulmak üzere yapılan bağışların kabul edildiği, kararda usul ve Yasa’ya aykırı bir yön bulunmadığı; Oda’nın davacı ya da bir başkasına EXPO taksi durağına geçiş yapılması için ve bununla ilgili bağış yapılması için bir zorlaması ya da dayatmasının olmadığı; bir kısım üyelerin verdikleri bağışı geri talep etmeleri üzerine; 21.01.2018 tarihinde, 5362 Sayılı Kanunun 45.maddesinde göre öngörülen toplantı nisabının sağlanması ile Olağan Genel Kurul Toplantısı yapılarak gündem maddelerinin görüşüldüğü, alınan kararların “n” maddesinde üyelere okunup yapılan oylama neticesinde, Oda tarafından bağış alınan paraların iade edilmemesine karar verildiği; kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı ileri sürülerek, davanın reddinin gerektiği savunulmuştur.
Buna göre, davalı Oda’nın, idari yapı içinde, kamu hizmeti gören bir birim olduğu; kamu kurumu niteliğindeki kuruluş olan davalıya husumet yöneltilerek, Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda karara bağlanan “….oda tarafından bağış alınan paraların iade edilmemesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.” içerikli “n” gündem maddesinin iptali ile “bağış” adı altında yatırılan paranın iadesi amaçlandığına göre, talep ve işlemin idari nitelik taşıdığını kabul etmek gerekmektedir.
Dolayısıyla açılan davanın, idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli olduğundan, Antalya 4. İdare Mahkemesince verilen 5.12.2018 gün ve E:2018/122, K:2018/917 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
S O N U Ç: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 4. İdare Mahkemesince verilen 5.12.2018 gün ve E:2018/122, K:2018/917 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,26.10.2020 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARI
HUKUK BÖLÜMÜ
E. 2014/600
K. 2014/652
T. 2.6.2014
Davacı: G.M.Ö.
Vekili: Av. A.Ç.
Davalı: Oto Elektrik ve Akücüler Odası
Vekili: Av. A.D.A.
O L A Y: Davacı vekilince verilen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 8 yıl Oto Elektrik ve Akücüler Odasının başkan vekilliğini yaptığını, esnaf ve sanatkarlar kuruluş kanunu 58. madde gereğince davalının vekiline ödenmesi gereken 2006-2010 dönemine ait dört yıllık başkan vekilliğinden doğan aylık ücret ve huzur hakkı olan 4.830,00 TL yi müvekkiline ödemediğini, bu nedenle 13.12.2011 tarihinde genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi yapmak zorunda kaldığını, borçlunun 19.12.2011 tarihinde ödeme emrine itiraz ettiğini, itirazı 23.12.2012 tarihinde öğrendiklerini, bir yıllık süresi içinde iş bu itirazın iptali davasını açtıklarını, borçlunun itirazının haksız olduğunu belirterek davalı borçlunun takip talebi tarihine kadar işlemiş olan 868,00 TL temerrüt faizi ile birlikte 5.698,00 TL borcu ve takip tarihinden itibaren asıl alacağa işleyecek yüzde dokuz kanuni faizi ile birlikte alacağın asgari yüzde kırkı oranında inkar tazminatını ödemeye mahkum edilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
ADANA 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 24.1.2013 gün ve E:2012/788, K:2013/30 sayı ile, davacı tarafın dilekçesinde belirttiği üzere, davalı odanın, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’na tabi bir kuruluşu durumunda olduğu, davacının talep ettiği ücretin de aynı kanunun 56. Maddesinde düzenlendiği, “Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının yönetim kurulu üyelerinin huzur hakları, yönetim kurulu başkanı ve başkan vekilleri ile denetim kurulu ve disiplin kurulu üyelerine verilecek aylık ücretler ile merkez dışından genel kurul, başkanlar kurulu, yönetim kurulu, denetim kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılacak üyelere ve bunların görevlendirilmelerinde ödenecek yolluk ve konaklama ücretleri, aşağıda belirtilen hadleri aşmamak kaydıyla ilgili esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının genel kurullarınca belirlenir.” esasının kabul edildiği, yani meslek odasının almış olduğu idari bir karar ile maaş belirleme ve ödeme yapıldığı, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2003/1621 esas 2003/6233 karar sayılı ve 13.05.2003 tarihli kararında da belirttiği üzere, Anayasa’nın 135. maddesine göre meslek kuruluşlarının kamu kurumu niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 24/12/1980 tarih ve 1980/7-7 s. kararında da, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yönetsel yapı içerisinde bulunan ve kamu hizmeti gören idari birimler olduğu ve idari birim olarak kararlarına karşı açılacak iptal davaları ile tam yargı davalarının idari yargı yerinde açılması gerektiği gerekçesiyle davanın yargı yolu nedeniyle görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ADANA 2. İDARE MAHKEMESİ: 13.3.2014 gün ve E:2014/103 sayı ile, dava, 2577 sayılı Kanun’un 2 nci maddesinde sayılan idari dava türlerinden hiçbirisine dahil olmadığı gibi, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu kapsamında bulunan davacı talebinin, 2004 sayılı Kanunda yer verilen görev ve yetki kuralları uyarınca adli yargı mercileri tarafından karara bağlanması gerektiği ve bu haliyle huzurdaki uyuşmazlığın adli yargının görev alanında bulunduğu gerekçesiyle mahkemelerinin görevine girmeyen ve Adana 6. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından da görevsizlik kararı verilen bu davada, görevli mahkemenin belirlenmesi için dava dosyasının 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanunun 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Ertuğrul ARSLANOĞLU, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 2.6.2014 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, idari yargı dosyasının Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, icra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle açılmıştır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra dairesine yazı ile veya sözlü olarak veya elektronik ortamda yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre, takip talebi üzerine icra müdürünce ödeme emri düzenleneceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır.
İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasada iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68, ek 68/a ve ek 68/b maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir.
İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır.
Söz konusu 67. Madde (Değişik: 18/2/1965 – 538/37 md.), “(Değişik birinci fıkra: 17/7/2003-4949/15 md.) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.
(Değişik: 9/11/1988 – 3494/1 md.) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir.
İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır.
(Mülga dördüncü fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.)
Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır” hükümlerini taşımaktadır.
Anılan Yasanın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri: a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır.
Bu duruma göre, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Adana 2. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Adana 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
S O N U Ç: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 2. İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Adana 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.1.2013 gün ve E:2012/788, K:2013/30 sayılı GÖREVSİZLİK KARARIN KALDIRILMASINA, 2.6.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU
E. 2011/21-810
K. 2012/121
T. 07.03.2012
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Kayseri 3. İş Mahkemesi
TARİHİ: 18/10/2011
NUMARASI : 2011/433-2011/517
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.12.2009 gün ve 371 E. – 948 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 19.07.2011 gün ve 2010/2385 E. – 2011/6422 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava davacının 11.08.2005 tarihinden itibaren zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının dava konusu dönemde vergi kaydının ve fiili çalışmasının bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş ve bu karar süresinde davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacının 07.07.1986 tarihli giriş bildirgesine göre 08.07.1986 tarihinde başlayan vergi kaydı esas alınarak 08.07.1986 tarihi itibarıyla tescil edildiği, Bakkallar ve Bayiler Odasında 05.03.1981 tarihinde başlayan ve devam eden, M… Odasında ise 07.07.1986-16.02.1996 tarihleri arasında üyeliğinin, 07.07.1986-05.11.1993 tarihleri arasında sicil kaydının bulunduğu, vergi kaydının 31.05.1987 tarihinde sona erdiği, davalı kurumun vergide kayıtlı bulunulmayan sürelerde davacının Bağ-Kur sigortalısı olduğunu kabul etmeyerek uyuşmazlık çıkarması nedeniyle Kayseri 2.İş Mahkemesinin 25.07.2007 gün ve 4-490 sayılı ilamıyla 08.07.1986-10.08.2005 tarihleri arasında davacının Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine karar verildiği ve bu kararın kesinleşmesi üzerine davalı kurumun kararda belirtilen sürede davacının sigortalılığını düzelttiği, ancak esnaf sicil kaydının bulunmadığından 10.08.2005 tarihinden sonra davacıyı Bağ-Kur sigortalısı olarak kabul etmediği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Davacının uyuşmazlık konusu dönemde vergi ve esnaf sicilinde kaydının bulunmadığı dosya içerisinde bellidir. Esasen davacı vekili de yargılama sırasında fiili çalışmanın bulunmadığını devam eden oda kaydına dayalı olarak sigortalı olarak kabullerinin gerektiğini ileri sürmüştür. Uyuşmazlık davacının dava konusu olan 11.08.2005 ile 16.02.2009 dava tarihi arasında kalan dönemde esnaf sicilinde kayıtlı olup olmadığı, vergi ve sicil kaydı yoksa sırf oda kaydına dayanılarak anılan dönemde davacının Bağ-Kur sigortalısı olduğunun kabulünün mümkün bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Bu yönüyle davanın yasal dayanağını oluşturan 1479 sayılı Yasa’nın 3165 sayılı Yasa ile değişik 24/I(a) maddesine göre “ ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkâr siciline kayıtlı olanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı olanlar Bağ-Kur sigortalısıdır.” 25. maddeye göre “gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da esnaf ve sanatkâr siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı oldukları tarihten itibaren bu Kanuna göre sigortalıdır.”
Gerçekten 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanunu, Esnaf ve Küçük Sanatkârları 2. maddesinde tanımlamıştır. Bu tanıma göre “ ister gezici olsun, ister bir dükkânda veya belli bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar, ticareti sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtları gerekmeyen, aynı niteliğe (sermaye unsuru olsun, olmasın) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve ihtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve küçük sanat sahipleri ile bunların yanlarında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin birinci maddeye göre kuracakları dernekler (odalar) bu Kanun hükümlerine tabidir. 507 sayılı Yasa’nın 2.5.1983 tarihli ve 62 sayılı K.H.K. ve K.H.K’nun aynen kabulüne dair 14.2.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3153 sayılı Yasa ile değişik 5.maddesine göre ise “Esnaf ve Sanatkâr siciline kayıtlı esnaf ve küçük sanatkârlar çalışma bölgesi içindeki derneğe kayıt olmak zorundadır. Kayıt zorunluluğunu 1 ay içinde yerine getirmeyenler sicile kayıt tarihinden itibaren geçerli olmak üzere doğrudan doğruya kaydedilirler.” Değişik 119. maddeye göre “ mesleki faaliyette bulunabilmeleri ve ilgili derneğe kaydedilmeleri için sicile kayıtları şarttır.” 62 sayılı K.H.K.’nun geçici 2. maddesine göre “Esnaf siciline kayıt ilgili yönetmeliklerin yayımı tarihinden itibaren 1 yıl içinde yaptırılmak zorundadır.” İlgili yönetmelik ise 1.1.1984 tarihinde yürürlüğe konmuş ve 1 yıllık geçiş süresi 1.1.1985 tarihinde sona ermiştir.
Yukarıda açıklanan yasal sisteme göre 1479 sayılı Yasa’nın 24 ve 25. maddelerinde esnaf sicili veya kanunla kurulu meslek kuruluşları kayıtları Bağ-Kur sigortalılığına esas alınmıştır. 507 sayılı Yasada tanımı yapılan, ticareti sermayesi ile beden gücüne dayalı olup, kazancı tacir niteliğini kazandırmayacak miktarda sınırlı olan bakkal, manav, lokantacı, kasap, tamirci, berber, şoför vs. gibi esnaf ve küçük sanatkârların faaliyette bulunabilmeleri ve bu Kanuna göre kurulu esnaf ve sanatkâr derneklerine (odalarına) kaydedilebilmeleri için esnaf ve sanatkâr siciline kayıt koşulu getirilmiştir. Oda kaydının sicile kayıt tarihine göre yapılması gerekmektedir. Bu nedenlerle sicil kaydı olmaksızın yapılan oda kayıtlarının yasal dayanağı olmadığı ortadadır. Bu durumda 1479 sayılı Yasa’nın kapsama aldığı kanunla kurulu meslek kuruluşları 507 sayılı Yasaya göre kurulan dernekler dışında kalan kuruluşlardır. 507 sayılı Yasaya göre esnaf siciline kayıt zorunluluğu olmayan başka bir anlatımla, esnaf ve küçük sanatkâr tanımı dışında kalan 5590 sayılı Yasaya göre kurulan ticaret ve sanayi odalarına kayıtlı tüccar ve sanayiciler, aynı şekilde faaliyetlerini esnaf odalarına değil kanunla kurulu ilgili meslek odaları, birlikleri kayıtlarına göre sürdürebilen mimar, mühendis, eczacı, tabip gibi meslek mensupları kanunla kurulu bu meslek kuruluşları kayıtları ile Bağ-Kur kapsamına alınacaklardır. Hal böyle olunca, yasal dayanağı olmadan oluşturulan esnaf odası kaydı Yasa’nın anladığı anlamda kanunla kurulu meslek kuruluşu kaydı niteliğinde bulunmadığından bu kayda geçerlilik tanınarak davacı zorunlu Bağ-kurlu kabul edilemez. Ayrıca, davacının sigortalılık koşullarını taşımadığı dönem için sonradan toplu olarak prim ödemek suretiyle hizmet elde etmesi de mümkün bulunmamaktadır.
Öte yandan 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarla Meslek Kuruluşu Kanununun Geçici 3. maddesinde Oda Üyeliğine istinaden Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu üyesi olan, ancak bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle üyelik şartlarını taşımadıkları için oda üyelikleri sona erenlerin bu Kuruma olan üyeliklerinin yükümlülüklerini yerine getirmeleri kaydıyla devam edeceği bildirilmiştir.
Kural olarak yukarıda açıklandığı biçimde esnaf sicil kaydına dayalı olarak oluşturulmayan oda kaydı nedeniyle zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı mümkün değilse de, Somut olayda, usulsüz olarak oluşturulmuş bir tescil söz konusu değildir. Öte yandan 5362 sayılı Yasanın geçici 3. Maddesiyle oda kaydı bulunmakla birlikte sicil kaydı bulunmayan sigortalılar bakımından, Bağ-Kur sigortalılıklarının sürdürülmesi bakımından bir hak getirilmiş olup davacının bu haktan yararlanıp yararlanmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Anılan yasal düzenleme gereği olarak davacının Kuruma olan yükümlülüklerini yerine getirmek suretiyle Bağ-Kur sigortalılığının devamını sağlamasının mümkün bulunduğu ortadadır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgulara aykırı biçimde eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının 11.08.2005 tarihinden itibaren zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemece, “Dava konusu dönemde fiilen çalışmayan ve vergi kaydı bulunmayan davacının sadece oda kaydının devam ettiğinden bahisle sigortalı sayılması mümkün görülmediği” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler yanında “bozma ilamında her ne kadar 5362 Sayılı Yasanın geçici 3.maddesinden bahsedilmiş ise de davacının oda kaydının silinmesi söz konusu olmadığından, bu yasa maddesi yönünden araştıracak bir husus görülmediği” gerekçesiyle önceki hükümde direnildiğinden bahisle hüküm kurulmuştur.
Hükmü, davacı vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulu’nca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu, ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Bilindiği üzere; direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için, mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi).
Eş söyleyişle; mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya bozmadan esinlenerek gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek karar vermiş olması halinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.
Somut olaya gelince;
Yerel Mahkemece bozmaya konu ilk kararda somut uyuşmazlığa konu dönemde “fiilen çalışmayan ve vergi kaydı bulunmayan davacının sadece oda kaydının devam ettiğinden bahisle sigortalı sayılmasının mümkün görülmediği” hususu gerekçe olarak benimsenmiş iken; temyize konu direnme olarak adlandırdığı kararında, ilk kararda değinilmemiş olan “bozma ilamında her ne kadar 5362 Sayılı Yasanın geçici 3.maddesinden bahsedilmiş ise de davacının oda kaydının silinmesi söz konusu olmadığından, bu yasa maddesi yönünden araştıracak bir husus görülmediği” gerekçesine dayanılmıştır.
Belirtilmelidir ki, Yerel Mahkemece, direnme olarak adlandırılan hüküm kurulurken önceki gerekçeler yanında 5362 Sayılı Yasanın geçici 3.maddesi, bozma ilamında işaret edilen şekilde değerlendirilmiş; sonuçta buna göre hükme varılmıştır. Mahkemenin direnme olarak adlandırdığı bu kararın yasal sınırlarda genişletilmiş bir gerekçeye değil, aksine açık biçimde bozmadan esinlenilerek, dahası bozmaya eylemli uyma yoluyla oluşturulmuş yeni bir gerekçeye dayalı olduğu belirgindir.
Şu hale göre, mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu kararın usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı; eylemli uymaya ve bozmadan esinlenilerek ilk kararda tartışılıp, değerlendirilmemiş yeni gerekçeye dayalı, yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
Hal böyle olunca; kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi, Hukuk Genel Kurulu’na değil, Özel Daireye aittir.
Bu nedenle, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 21.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 07.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/2684
K. 2019/361
T. 28.03.2019
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul Anadolu 22. İş Mahkemesince mahkemenin görevsizliğine dair verilen 03.12.2013 tarihli ve 2013/781 E.-2013/208 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 08.05.2014 tarihli ve 2014/10897 E.-2014/14908 K. sayılı kararı ile;
“…A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, davalıya ait ….. plakalı ticari takside şoför olarak 2001 yılından beri çalıştığını, günlük tahsilatın % 30 unu davalının davacıya verdiğini, bunun da en az 60 TL olduğunu, sigortasının yapılmadığını, davacının da tarım Bağ kur primi ödediğini, iş akdinin haklı ve geçerli bir neden olmaksızın sona erdirildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davalının esnaf olması ve takside çalışanın 3 kişiden az olması sebebiyle iş kanunu hükümlerinin uygulanamayacağını, taksiyi davalının 30.06.2006 tarihinde satın aldığını bu sebeple 2001 yılından beri çalıştığı iddiasının mesnetsiz olduğunu, işçi olarak çalışmadığını, araç plakasını kiralamak sureti ile kiracı olarak taksi plakasını işlettiğini, savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, taraflar arasında hizmet akdinin unsurlarından bağımlılık ve ücret unsurlarının bulunmadığı, sabit bir ücret ile çalışmadığı, tanık beyanları, SSK hizmet kaydının yapılmamış olması, davalı tanığının beyanını dikkate alarak davacının taksiyi davalıdan kiraladığı aralarında hasılat kirası ilişkisi bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Davacı davalıya ait ticari takside şöför olarak hizmet akdine dayalı şekilde çalıştığını iş akdine haksız son verildiğini iddia ederek işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını istemiştir.
Davalı ise taraflar arasında kira ilişkisi bulunduğunu savunmuştur.
Mahkemece savunmaya değer verilerek görevsizlik kararı verilmiştir.
Uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı İş Kanununun 1 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, 4 üncü maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, işverenler ile işveren vekillerine ve işçilerine, çalışma konularına bakılmaksızın bu Kanunun uygulanacağı belirtilmiştir.
İş Mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde iş davalarına bakmak üzere bir asliye hukuk mahkemesi görevlendirilir. İş davalarına bakmakla görevli asliye hukuk mahkemesine açılan dava “iş mahkemesi sıfatıyla” açılmamış ise, mahkeme görevsizlik kararı veremez. Bu durumda asliye hukuk mahkemesi tarafından, verilecek bir ara kararı ile davaya “iş mahkemesi sıfatıyla” bakmaya devam olunur.
Davanın, İş Kanunu kapsamı dışında kalması halinde, Mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın görevli hukuk mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Davanın esastan reddi usule aykırıdır.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1 inci maddesi uyarınca, İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında, iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözüm yeri iş mahkemeleridir.
4857 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi uyarınca, 507 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanununun 2 nci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde bu kanun hükümleri uygulanmaz.
507 sayılı Kanunun 2 nci maddesinde “İster gezici olsun ister bir dükkân veya bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar, ticarî sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer ve gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen, ayni niteliğe (sermaye unsuru olsun olmasın) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve ihtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve küçük sanat sahipleriyle bunların yanında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin 1 inci maddede belirtilen amaçlarla kuracakları dernekler bu kanun hükümlerine tabidir” denilmektedir.
507 sayılı Kanun, 21.06.2005 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanununun 76 ncı maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve maddenin ikinci cümlesi ile diğer yasaların 507 sayılı Yasaya yaptıkları atıfların 5362 sayılı Yasaya yapılmış sayılacağı açıklanmıştır. Bu durumda 4857 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinde 507 sayılı Yasaya yapılan atıf, 5362 sayılı Yasaya yapılmış sayılmalıdır. Bahsi geçen yeni yasal düzenlemede esnaf ve sanatkâr tanımı değiştirilmiştir. Yeni yasanın 3 üncü maddesine göre esnaf ve sanatkâr, ister gezici ister sabit bir mekânda bulunsun, Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkâr meslek kollarına dâhil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseler olarak belirtilmiştir. 507 sayılı Yasada yazılı olan “geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin” sözcüklerine yeni yasada yer verilmemiştir. Yeni yasanın değinilen hükmü karşısında, 21.06.2005 tarihinden sonraki dönem açısından İş Kanununun kapsamı belirlenirken, “geçimini münhasıran bu işten sağlama” ölçütü dikkate alınmamalıdır.
5362 sayılı Yasadaki düzenleme ile esnaf ve tacir ayrımında başka ölçütlere yer verilmiş olup, kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlük yapanların da ekonomik sermayesi, kazancının tacir sanayici niteliğini aşmaması ve vergilendirme gibi ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekecektir. 507 sayılı Yasa döneminde esnaf sayılan kamyoncu, taksici, dolmuşçu gibi kişilerin de bu yeni ölçütler çerçevesinde esnaf sayılmama ihtimali ortaya çıkmaktadır. Ekonomik faaliyetini daha çok bedeni çalışmasına dayandıran düşük gelirli taksi ve minibüs işletmesi sahiplerinin esnaf olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağını belirtmek gerekir. Dairemizin 2008 yılında vermiş olduğu kararlar bu doğrultudadır (Yargıtay 9.HD. 28.4.2008 gün 2008/ 3568 E, 2008/ 10904 K.).
5362 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinde belirtilen esnaf ve sanatkâr faaliyeti kapsamında kalan işyerinde üç kişinin çalışması halinde, 4857 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinin (ı) bendi uyarınca, bu işyeri İş Kanununun kapsamının dışında kalmaktadır. Maddede üç işçi yerine “üç kişi”den söz edilmiştir. Bu ifade, işyerinde bedeni gücünü ortaya koyan meslek ve sanat erbabını da kapsamaktadır. İşinde bedeni gücü ile çalışmakta olan esnaf dahil olmak üzere toplam çalışan sayısının üçü aşması durumunda işyeri 4857 sayılı Yasaya tabi olacaktır.
Somut olayda dosya içeriğinde mevcut davalının araç sahibi, davacının şöför olarak imzaladığı belge de “01.04.2001- 30.04.2012 yılları arasında şöför olarak çalıştığım ….. plakalı ticari taksiyi ve taksimetreyi çalışır ve aktif olarak teslim ettim. ” şeklinde yazılıdır. Davalı vekili bu belgenin davalının yaşından ve okuma yazmasının tam olmamasından faydalanarak kötüniyetle imzalatıldığını savunmuş ancak savunmasını kanıtlayacak bir delil sunmamıştır.
Yine davacı tarafından sunulan 01.04.2001 tarihli, davacının personel olarak imzaladığı, işverenin ….. plakasının gösterildiği sözleşmede; davacının çalışma süresi 15 saat ücreti brüt 354.60 TL ve taksi şöförü olarak iş kanunu hükümleri çerçevesinde çalışacağı kararlaştırılmıştır.
….. plakalı ticari taksinin sahibi 30.06.2006 tarihinden beri davalı …’dır.
Davalı tarafından dosyaya yazılı bir kira sözleşmesi sunulmamıştır.
Davacı tanıkları davacının yaklaşık 10 yıldır sadece davalıya ait ticari taksiyi kullandığını, ne kadar maaş aldığını bilmediklerini ancak taksilerde ki genel uygulamanın günlük yevmiye şeklinde olduğunu, şoförün günlük topladığı paranın %30’unu alıp gerisini mal sahibine verdiğini ifade etmişlerdir. İşçi ile işveren arasında ücretin ödeme şekli birçok şekilde kararlaştırılabilir. Mahkemece, taraflar arasında işçi-işveren ilişki olduğu halde ücretin ödenme şekli nazara alınarak taraflar arasında hizmet ilişkisinin bulunmadığı kabul edilemez.
Davalı tanığının anlatımlarından da taraflar arasında kira ilişkisi bulunduğu sonucuna varılamaz.
Dosya içeriğinde mevcut yazılı sözleşmeler, davacı tanıklarının anlatımları ve tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde taraflar arasında hizmet akdi ilişkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Ancak hizmet akdi ilişkisinin İş Kanunu’ndan mı yoksa Borçlar Kanunu’ndan mı kaynaklandığı tespit edilmelidir.
Davacı hem 507, hem de 5362 sayılı Kanun döneminde çalışmıştır. Bu sebeple davalının her iki yasa dönemi açısından ayrı ayrı esnaf tanımı içinde olup olmadığının değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Yukarıda açıklanan yasal ilke kararımız doğrultusunda davalının esnaf olup olmadığı araştırılarak sonucuna göre görev hususunun düşünülmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile taraflar arasında kira ilişkisi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi hatalıdır.
…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait ….. plakalı ticari takside 01.04.2001 tarihinde şoför olarak çalışmaya başladığını, on bir yıllık çalışma sonunda davalının, taksiyi artık kendisinin çalıştıracağını, bu nedenle müvekkiline yeni bir iş araması gerektiğini söyleyerek işten çıkardığını, davalıya ait takside müvekkilinin hafta içi her gün on iki saat çalıştığını, elde edilen hasılatın %30’unu müvekkile ödeyen davalının en az ödediği ücretin 60,00TL olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil, yıllık izin ücreti alacakları ile Tarım Bağ-Kur’a ödediği prim bedelinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, 4857 sayılı İş Kanunu’nun (İş Kanunu/Kanun/İşK.) 4’üncü maddesinde belirtildiği üzere 507 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanunu’nun 2’nci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı iş yerlerinde bu Kanun’un uygulanmasının söz konusu olmadığını, müvekkilinin esnaf olması ve takside de çalışan sayısının üç kişiden az olması sebebiyle İş Kanunu’nun uygulanmasının mümkün olmaması nedeniyle davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, davacının 01.04.2001 tarihinden itibaren müvekkilinin işçisi olarak çalıştığını iddia etmiş ise de, bahsi geçen taksiyi müvekkilinin 30.06.2006 tarihinde satın aldığını, bu nedenle davacının 2001 yılından itibaren müvekkilinin taksisinde çalıştığı iddiasının tamamen mesnetsiz olduğunu, davacının işçi olarak değil, araç plakasını kiralamak suretiyle kiracı olarak taksi plakasını işlettiğini, davacının dosyaya sunduğu taksimetre tutanağının davacı tarafından yazılarak müvekkiline imzalatılmasının, müvekkilinin yaşından ve okuma ve yazmasının tam olmamasından faydalanarak ve şifahi olarak taksimetre tutanağı beyanına müvekkilinin inanması sonucu imzalattığı kurgu ve kötü niyetli bir evrak olduğunu, dosyaya sunulan vekaletnameden de görüleceği üzere vekaleti kendisi okuyamadığından noterin şahit istediğini, davacının hasılatın %30’unu aldığını geriye kalanını müvekkiline verdiğine ilişkin beyanın gerçek dışı olduğunu, davacının söz konusu taksiyi kiraladığından kazandığı hasılatı kendisinin aldığını, müvekkiline sadece aylık kira ödediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iş sözleşmesinin unsurlarından olan bağımlılık ve ücretin taraflar arasındaki ilişkide bulunmadığı, davacının sabit bir ücret ile çalışmadığı, dinlenen davacı tanıklarının beyanları, davalı tarafın savunmasında aradaki ilişkinin kira ilişkisi olduğunu savunması, davacının Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK/Kurum) hizmet kaydının yapılmamış olması, davalı tanığının beyanına göre davacının kiraladığı aracı kendisininmiş gibi satması hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacının taksiyi davalıdan kiralayıp davalıya sadece kira ödediğinin anlaşıldığı, davacı ile davalı arasında Türk Borçlar Kanunu’nun 357 ve devamı maddelerinde düzenlenen ürün kirası bulunduğu, taraflar arasında iş sözleşmesi bulunmadığı gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine, dosyanın yetkili ve görevli İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davacının, davalı yanında hizmet (iş) sözleşmesiyle şoför olarak çalışmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin iş sözleşmesi olmadığı, davacının ….. plaka sayılı ticari taksiyi işletilmesi tamamen kendisine ait olmak üzere kiraladığı, davalıya plaka kirası ödediği, bu kapsamda olmak üzere davacının esnaf olarak 30.10.2001 ilâ 29.12.2006 tarihleri arasında Dolayoba Esnaf Odasına kayıtlı olduğu, 5362 sayılı Esnaf Ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra sicile kayıt zorunluluğunun gelmesiyle davacının ticari taksi ve plaka sahibi olmaması nedeniyle esnaf kaydını kapattırdığı, o tarihten sonra kayıtsız olarak taksi esnaflığına devam ettiği, davacının dosyaya sunduğu 01.04.2001 tarihli iş sözleşmesi ile 30.04.2012 tarihli ticari taksi teslim belgesinin davalının okuma-yazma bilmemesi nedeniyle geçerli olmadığı, bu belgelerin iş sözleşmesinin varlığına delil olamayacağı, davalının fiilen taksiyi hiç kullanmadığı ve kullanacak şoförleri belirlemediği anlaşıldığından taraflar arasındaki ilişkinin iş sözleşmesine dayanmadığı, hasılat kirası olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, işçilik alacakları istemli eldeki davada, ticari taksi şoförü olan davacı ile araç maliki davalı arasında iş ilişkisi mi yoksa kira ilişkisi mi bulunduğu, iş ilişkisinin bulunduğu sonucuna varılması hâlinde davalı gerçek kişinin gerek 507 sayılı Kanun gerekse bu Kanun’u yürürlükten kaldıran 5362 sayılı Kanun uyarınca esnaf olup olmadığının araştırılması gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre eldeki davanın iş mahkemesince mi yoksa asliye hukuk mahkemesince mi görülmesi gerektiği noktalarında toplanmaktadır.
İşin esasına girilmeden önce öncelikle iş sözleşmesi, hasılat kirası ile iş mahkemesinin görevi kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
I- İş sözleşmesi ve iş sözleşmesinin unsurları:
İş sözleşmesinin 1475 sayılı İş Kanunu’nda tanımı yapılmamış iken, 10.06.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 1475 sayılı İş Kanunu’nu, 14’üncü maddesi hariç yürürlükten kaldıran, hâlen uygulanmakta olan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesinin birinci fıkrasında iş sözleşmesinin tanımı yapılmıştır. Buna göre, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” Ayrıca aynı Kanunun 2’nci maddesinin birinci fıkrasında da “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.” hükmüne yer verilmiştir.
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 393’üncü maddesinde ise “Hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde hizmet (iş) sözleşmesinin tanımı yapılmıştır.
Bu tanımlardan yola çıkıldığında iş sözleşmesinin, “iş görme”, “ücret” ve “bağımlılık” unsurlarından oluştuğu açıktır.
İş sözleşmesinden bahsedilebilmesi için, gerekli unsurlardan olan “iş görme”, bir gerçek kişinin ekonomik bakımdan iş olarak değerlendirilebilen her türlü çalışmasıdır. İş görme borcunun konusunu oluşturan iş, bedensel, düşünsel, teknik, sanatsal ve bilimsel vb. olabilir (Süzek, S.: İş Hukuku, 11. Baskı, İstanbul, 2015, s. 244).
İş sözleşmesinin varlığı için gerekli ikinci unsur “ücret” olup, bu unsur iş sözleşmesinin esaslı öğelerindendir. Bir işin görülmesi, karşı tarafın ücret ödemeyi vaat etmesi karşılığında olur. Bu nedenledir ki, ücret karşılığı olmadan yapılan çalışmalar iş sözleşmesi sayılmaz. Burada hemen belirtelim ki, ücret miktarının açıkça kararlaştırılması gerekli olmayıp, işin bir ücret karşılığı yapılacağının gerekli ve olağan görüldüğü hâllerde ücret kararlaştırılmış sayılır.
Ücret, işçinin üstlendiği iş görme ediminin karşılığıdır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesi ile 6098 sayılı TBK’nın 393’üncü maddesindeki iş sözleşmesi tanımından açıkça anlaşılacağı üzere ücret, hem iş sözleşmesinin temel unsuru, hem de işverenin işçiye karşı yükümlülük altında girdiği en önemli borcudur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32’nci maddesinin birinci fıkrasında genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Nihayet iş sözleşmesinin varlığı için gerekli olan üçüncü unsur, “bağımlılık” unsuru olup bu unsur, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesinin birinci fıkrasında “bağımlı olarak” şeklinde ifade edilmiştir. İş sözleşmesinde işçi, üstlendiği iş görme edimini az veya çok olmakla birlikte işverenine bağlı olarak yani onun gözetim ve denetimi altında yapmalıdır.
İş akdinin belirlenmesinde bağımlılık unsurunun varlığı zorunlu bulunmakla birlikte bunun ne tür bir bağımlılık olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. İş akdinde bağımlılık ilişkisini bir ekonomik veya teknik bağımlılık olarak değil, kişisel/hukuki bağımlılık olarak anlamak uygun olur. Çünkü, işverenin otoritesi altında çalışan, onun vereceği emir ve talimatlara göre iş görmek zorunda olan işçinin iş akdinde bağımlılığı daha ziyade kişiliği ile ilgilidir. Başka bir deyişle, iş akdinin özünde diğer iş görme sözleşmelerinden farklı olarak bir otorite/bağımlılık ilişkisi vardır ve işveren işçinin kişiliği üzerinde başka sözleşmelerde bulunmayan bazı yetkilere sahiptir. İşçi işgücünü işverenin yararlanmasına sunar. İşçinin işgücü ise onun kişiliğinin bir unsuru ve ayrılmaz parçasıdır (Süzek, …e. s. 246).
İşçi işgörme edimini işverenin gözetim ve denetimi altında, onun vereceği talimatlar doğrultusunda yerine getirir. Başka bir deyişle işçi, işverenin yönetim, denetim ve gözetimi altındadır. İşçi iş görme edimini yerine getirirken, işverenin çalışma yeri, saatleri ve çalışma biçimi konularında vereceği talimatlara uyma yükümlülüğü mevcut olup bu, işçinin işverene kişisel bağımlılığını ortaya koymaktadır.
Bugün bağımlılık, iş sözleşmesinin karakteristik bir unsuru olarak değerlendirilmekle ve hatta bu sözleşmenin sina gua non unsuru kabul edilmekle birlikte işletme içinde işgal edilen mevki, taahhüt edilen işin niteliği gibi faktörlere göre, her iş ilişkisinde farklı yoğunluğa sahip; bu nedenle de kapsamı ve derecesi bakımından göreceli bir kavramdır (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M./ Baysal, U.: İş Hukuku, 6. Baskı, Ankara, 2014. s.353).
Ne var ki, iş ilişkisinde bulunması gereken bağımlılık unsurunun günümüzde ulaşılan ekonomik ve teknolojik gelişmeler karşısında zayıfladığı açıktır. Ekonomik ve teknolojik gelişmeler işçinin bulunduğu yerden iş yerine gitmeden çalışmasına imkân sağlayan istihdam şekilleri ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Ayrıca bazı işler (örneğin pazarlama elemanlarının ifa ettiği işler gibi) işverenin sıkı gözetim ve denetimine imkan vermeyecek şekilde dışarıda çalışmayı gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Bütün bunlar taraflar arasındaki ilişkinin niteliğini belirlerken “bağımlılık” unsurunun tespitinde daha esnek davranılmasını ve değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
Bağımlılık ilişkisinin zayıfladığı durumlarda taraflar arasında iş akdinin var olduğunu belirlemek üzere batı ülkeleri hukukunda “işçinin işverene ait iş organizasyonu içinde onun yararına iş yapması” bağımlılık unsurunun yardımcı ölçütü olarak önce yargı kararlarında daha sonra öğretide kabul görmüştür (Süzek, …e., s. 248).
Bununla birlikte işverenin iş organizasyonuna dâhil olan herkesin “işçi” olduğunun kabul edilmesi de mümkün değildir. Zira, işverenin iş organizasyonu içinde olmakla birlikte çalışma gün ve saatlerini belirleme noktasında değil, iş görüp görmeme, çalışıp çalışmamaya karar verme yetkisi bulunan, kendi müşteri çevresi bulunan, bu nedenle birden fazla işverene aynı hizmeti verebilme imkânı bulunan ve bunun iş sahiplerince kısıtlanmasının mümkün olmadığı bir ilişkide bağımlı çalışmadan ve dolayısıyla işçi-işveren ilişkisinden söz etmek olanaklı olmayacaktır. Bir işverenin iş organizasyonuna ortaklık, vekâlet, eser sözleşmesi ile de dâhil olunabilmektedir.
Çalışan kimse ile çalıştıran arasında tâbiiyet (bağımlılık) bulunup bulunmadığı her olayda ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur. Genellikle tarafların karşılıklı durumları, işin ifa tarzı ve ücretin ödenme biçimi taraflar arasında böyle bir bağlılığın-bağımlılığın bulunup bulunmadığını ortaya koyabilecek karinelerdir (Narmanlıoğlu, Ü.: İş Hukuku, Ferdi İş İlişkileri, 5. Baskı, İstanbul, 2014, s. 172).
Öte yandan işçinin iş sözleşmesi ile üstlendiği edimin “iş görme edimi” olması, bu edimini işverenin gözetim ve denetimi altında, onun verdiği emir ve talimatlar doğrultusunda yerine getirmesi, kural olarak çalışılan yerin, çalışma saatlerinin işveren tarafından belirlenmesi, üretim araç ve gereçlerinin, mamul ve yarı mamul maddelerin işveren tarafından temin edilmesi karşısında iş sözleşmesinde ekonomik riskin işveren üzerinde olduğu açıktır. Başka bir deyişle, işverenin iş sözleşmesinde egemen olması, işçinin iş görme edimi nedeni ile ekonomik risk altına girmemesini gerektirir. Ekonomik riskin işverende olması, yapılan işin sonucunun işçiyi etkilememesi, işveren zarar etmiş olsa bile işçinin çalışmasının, yerine getirdiği iş görme ediminin karşılığı olan ücreti isteyebilmesi, işin kâr ve zararının işveren üzerinde olması, işveren zarar etmiş olsa bile işçiye ücretini ödemesi anlamına gelmektedir.
II- Kira sözleşmesi ve ürün (hasılat) kirası:
Kira sözleşmesi bir malın kullanımının devredildiği sözleşme türü olup 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 229’uncu maddesinde “Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır.
6098 sayılı TBK’nın yürürlükten kaldırdığı 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) ise, kira sözleşmesini, “âdi kira bir akittirki, kiralayan onunla, kiracıya ücret mukabilinde bir şeyin kullanılmasını terk etmeği iltizam eder.” hükmü ile tanımlamıştır.
İki tanım arasındaki fark, yeni Kanunun bir şeyin kullanılması yanında kullanımı ile birlikte yararlanılmasını da kapsama almasından kaynaklanmakta olup, bu durum eskisinin aksine yeni Kanunun adî kira ve ürün kirasını içeren genel bir tanım yapmak istemesinden kaynaklanmıştır.
Ürün kirasına ilişkin olarak 818 sayılı Kanunun 270’inci maddesinde, “Hasılat icarı, bir akittir ki onunla mucir, müstecire ücret mukabilinde hasılat veren bir malın veya hakkın kullanılmasını ve semerelerinin iktitafını terk etmeği iltizam eder.
Kira, ya nakit yahut devşirilecek semere veya hasılatın bir hissesi olabilir; ikinci surete, iştirakli icar denir. İştirakli icarda, mucirin semereler üzerindeki hakkı noktasından, mahalli adete riayet olunur.” hükmüne yer verilmiştir.
6098 sayılı TBK ise aynı hususta 357’nci maddesinde “Ürün kirası kiraya verenin, kiracıya, ürün veren bir şeyin veya hakkın kullanılmasını ve ürünlerin devşirilmesini bedel karşılığında bırakmayı üstlendiği sözleşmedir. Ürüne katılmalı kira, kira bedelinin devşirilecek ürünün belli bir oranı olarak kararlaştırıldığı ürün kirasıdır. Bu oran sözleşmeyle kararlaştırılmamışsa, yerel âdete göre belirlenir.”; 358’inci maddesinde ise “Bu ayırımda ürün kirasına ilişkin özel hüküm bulunmadıkça, kira sözleşmesine ilişkin genel hükümler uygulanır.” düzenlemelerini içermektedir.
Görüldüğü üzere adi kira sözleşmesinin konusunu taşınır ve taşınmaz mallar oluşturur. Ancak adi kira sözleşmesinin aksine ürün kirası bakımından kanun ürün getirebilen hakkı da kapsama almıştır.
Bu durumda ürün (hasılat kirası), kiraya verenin kiracıya ürün (hasılat) veren bir mal, işletme ya da hakkın kullanılmasını, semerelerinden yararlanılmasını veya işletilmesini belli bir bedel karşılığında terk ettiği kira türüdür.
Hemen belirtmek gerekir ki, hem doğal hem de hukuki ürün getiren eşya ürün kirasına konu olabilir. Bu kapsamda işletmenin işletilmesi sonucu elde edilen kâr hukuki ürün olarak nitelendirilebilir.
Bir kira sözleşmesinin adi kira mı yoksa ürün kirası mı olduğunun belirlenmesinde kiracının, kiralanan şeyin ürünlerinden yararlanma yetkisi olup olmadığı başlıca ve en önemli kriterdir.
Lokanta, otel, kantin, hastane, okul, dükkan, fabrika gibi iş yerlerinin işletilmek maksadıyla kiraya verilmesinde, reklam panolarının kiralanmasında, taksi kiralarında söz konusu olan hasılat kirasıdır (Serim, Arkan Azra; Hasılat Kirasında Tarafların Hak ve Borçları, İstanbul 2010, s. 3).
Öte yandan ürün kirasında kira bedelinin üründen bağımsız bir bedel olarak kararlaştırılması hâlinde genel ürün (hasılat) kirasından; buna karşılık kira bedeli, ürünün belli bir hissesi ya da bölümü olarak belirlenmiş ise, katılmalı (iştirakli) ürün kirasından söz edilir (6098 sayılı TBK m. 357; 818 sayılı BK m. 270). Bununla birlikte kira bedelinin karma olarak yani bir kısmı sabit bir miktar, bir kısmının da üründen bir bölüm olarak belirlenmesi de sözleşme özgürlüğü çerçevesinde mümkündür.
Yine ürün kirası belirli ve belirsiz süreli yapılabilir.
Kira sözleşmesinin bir türü olan ürün kirası da adi kira sözleşmesi gibi her iki tarafa borç yükleyen, sürekli bir borç ilişkisi doğuran sözleşme türü olarak kural olarak geçerlilik şekil şartına tabi değildir. Sözlü veya zımni olarak kurulması dâhi olanaklıdır. Ancak bu kuralın özel kanunlardan kaynaklanan istisnaları bulunmakta olup, örneğin 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu’na tabi kira sözleşmeleri bakımından Kanunun 119’uncu maddesinde göre “Kira ve carter sözleşmeleri yazılı şekilde yapılmadıkça muteber değildir.” hükmü ile yazılı şekli geçerlilik şartı olarak düzenlemiştir.
Ürün kirasında kiraya verenin en önemli borcu, kiralananı sözleşmeye uygun şekilde teslim ederek kiracının sözleşmeye uygun şekilde kullanmasını, semerelerinden yararlanmasını temin etmesi veya işletilmeye müsait biçimde bulundurmasıdır.
Bu yükümlülük 818 sayılı Kanun’un 272’nci maddesinde, “Kiralayan, birlikte kiralanmış menkul şeyler varsa bunlar dahi dahil olduğu halde kiralananı akitten maksut kullanmağa ve işlemeğe salih bir halde kiracıya teslim etmekle mükelleftir.” şeklinde hükme bağlanmış olup, 6098 sayılı TBK ise aynı hususu 360’ıncı maddesinde kiraya verenin, birlikte kiralanmış taşınır şeyler varsa bunlar da içinde olmak üzere kiralananı sözleşmenin amacına uygun biçimde kullanılmaya ve işletilmeye elverişli bir durumda kiracıya teslim etmek ve sözleşme süresince bu durumda bulundurmakla yükümlü olduğu belirtilerek düzenlemiştir.
O hâlde kiraya veren, kiralanan şeyi, kiracının kiralanandan yararlanmasını ve semerelerini toplamasını sağlayacak ya da işletilmesini mümkün kılacak şekilde teslim etmek ve sözleşme süresi boyunca da bu durumda bulunmakla yükümlüdür. Bu kapsamda kiralananın işletilmesi için gerekli tüm malzemeleri, imtiyazları, ruhsatları teslim etmesi şarttır.
Hemen belirtmek gerekir ki, ticari bir aracın kullanımının plakası ile birlikte başkasına devredildiği ve aracın bu kişi tarafından kullanıldığı uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.
Bu tür bir ilişkide ruhsat sahibi ile aracı kullanan arasındaki ilişkinin bir ürün (hasılat) kirası mı yoksa, iş ilişkisi mi olduğunun tespiti, hangi hükümlerin uygulanacağının belirlenmesi noktasında önem arz etmektedir. Zira taraflar arasındaki ilişki iş ilişkisi ise İş Kanunu veya bazı hâllerde Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmesine ilişkin hükümlerinin; kira ilişkisi ile Borçlar Kanunu’nun kira sözleşmesine ilişkin düzenlemelerinin uygulanması gerekecektir.
Taraflar arasında iş sözleşmesi bulunup bulunmadığının tespitinde görünürdeki işlemler değil, fiili durum önemli olup fiili (gerçek) durum tespit edilerek sonuca gidilmesi gerekir. Taraflar arasında ürün (hasılat) kirasının varlığı bakımından, kira sözleşmesinin sözlü hatta zımni olarak yapılmasının dâhi mümkün olması karşısında mutlaka yazılı kira sözleşmesi yapılması şart değildir. Aksine yazılı bir kira sözleşmesi sunulmuş olsa bile, taraflar arasında iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını içeren bir iş sözleşmesinin varlığının tespiti hâlinde gerçek fiili durumun iş sözleşmesi olduğunun kabulü gerekecektir.
Kira sözleşmesi yapılmış olsa da, işletme ruhsatı devredilmediği sürece, trafik cezalarının ve hasarın davalı adına işlenmesi doğaldır. Taraflar arasında hasılat kirasına yönelik bir anlaşma olsa dahi, gerçek fiili durum hasılat kirasıyken, araç sahibinin işletme ruhsatını devretmemesi uygulamada mümkündür. Sırf işletme ruhsatının devredilmemiş olması, o ilişkiyi hasılat kirası olmaktan çıkarmayacağı gibi, bu ve benzeri durumlarda trafik cezalarının kimin adına kesildiği de kanımızca taraflar arasındaki ilişkinin hukuki niteliğini etkileyebilecek esaslı unsurlardan değildir. Bu tür özellikler, ancak yardımcı ve destekleyici ölçüt olarak kullanılabilir (Baycık, G.: İş İlişkisinin Kurulması, Hükümleri ve İşin Düzenlenmesi Açısından Yargıtay’ın 2016 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış Tebliğ, s.7).
Aynı şekilde kişinin Sosyal Güvenlik Kurumuna 4/1-a’lı olarak bildiriminin yapılmış olması, aradaki ilişkinin iş sözleşmesi olarak nitelendirilmesi için yeterli değildir. Aradaki ilişkinin iş sözleşmesine dayanmamasına rağmen yapılan SGK bildiriminin gerçeğe aykırı olduğunun tespiti hâlinde SGK tarafından iptal edilmesi mümkündür.
Öte yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33’üncü maddesi uyarınca Türk Hukukunu resen uygulamakla görevli olan hâkimin, 6098 sayılı TBK’nın 19’uncu maddesindeki “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmünü de göz önünde tutarak, tarafların hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmaksızın fiili durumun gerçek hukuki nitelendirmesini yaparak uygulanacak hükümleri belirlemesi gerektiği açıktır.
III-İş mahkemesinin görevi
Genel anlamda bir mahkemenin görevi; belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece (hüküm) mahkemelerinden, hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir. Bir yerdeki ilk derece (hüküm) mahkemeleri; genel mahkemeler ve özel mahkemeler olmak üzere ikiye ayrılır. Genel mahkemeler ise asliye ve sulh hukuk mahkemesi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir.
Mahkemelerin görevi kanunla düzenlenir. Bu kapsamda iş mahkemelerinin görevi ilk olarak 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile düzenlenmiştir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1’inci maddesine göre, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının” çözülmesi görevi iş mahkemelerine aittir.
Buna karşılık 25.10.2017 tarihinde 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca 7036 sayılı Kanun ile de göreve ilişkin yeni kurallar ihdas edilmiştir. Bu noktadan hareketle 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun görevi düzenleyen 5’inci maddesinde, “İş mahkemeleri; 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemi adamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına…” ilişkin dava ve işlere ….
Yine 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun “Geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 1’inci maddesinin 1’inci fıkrasında, “Mülga 5521 sayılı Kanun gereğince kurulan iş mahkemeleri, bu Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunur.”, 3’ncü fıkrasında ise “Başka mahkemelerin görev alanına girerken bu Kanunla iş mahkemelerinin görev alanına dâhil edilen dava ve işler, iş mahkemelerine devredilmez; kesinleşinceye kadar ilgili mahkemeler tarafından görülmeye devam olunur.” şeklinde geçiş hükümleri düzenlendiği görülmüştür.
Bu kapsamda eldeki davanın açıldığı tarih itibariyle 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu uygulanmakta olup, anılan Kanun uyarınca 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasında İş Kanunu kapsamı dışında olduğu belirtilen işlerde çalışanlar ile bunları çalıştıranlar arasındaki uyuşmazlıklarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmesine ilişkin hükümleri uygulanacağından iş mahkemelerinin değil, genel mahkemelerin görevli olacağı açıktır. Buna karşılık 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile bu tür uyuşmazlıkların da iş mahkemelerinin görev alanına dâhil edildiği görülmektedir. Dolayısıyla gerek davanın açıldığı tarih gerekse sonradan yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun “Geçiş hükümleri”ni düzenleyen Geçici 1’nci maddesinde davanın görevsiz mahkemede açılması sonrasında yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkemenin o dava için görevli hâle gelmesi durumunda o davaya bakmaya devam edeceğine ilişkin açık bir düzenlemenin yer almaması ve görevin kamu düzenine ilişkin olup resen dikkate alınacağı hususları birlikte değerlendirildiğinde eldeki davada 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun uygulanamayacağı sonucuna varılmıştır. Bir başka deyişle eldeki davada görev hususu 5521 sayılı mülga İş mahkemeleri Kanunu hükümleri dikkate alınarak belirlenmelidir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 1’inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, 4’üncü maddedeki istisnalar dışında kalan bütün iş yerlerine, işverenler ile işveren vekillerine ve işçilerine, çalışma konularına bakılmaksızın bu Kanunun uygulanacağı belirtilmiş, aynı Kanun’un 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde ise “507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun 2 nci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde” çalışanlar hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı düzenlenmiştir. Buna göre İş Kanunu kapsamı dışında bırakılan esnaf iş yerinde çalışanlarla bu kişileri çalıştıranlar arasındaki hukuki ilişkilerde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmesine ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
507 sayılı Kanun’un 2’nci maddesinde “İster gezici olsun ister bir dükkân veya bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar, ticarî sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer ve gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen, ayni niteliğe (sermaye unsuru olsun olmasın) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve ihtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve küçük sanat sahipleriyle bunların yanında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin 1 inci maddede belirtilen amaçlarla kuracakları dernekler bu kanun hükümlerine tabidir” denilmektedir.
507 sayılı Kanun, 21.06.2005 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 76’ncı maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve maddenin ikinci cümlesi ile diğer kanunların 507 sayılı Kanun’a yaptıkları atıfların 5362 sayılı Kanun’a yapılmış sayılacağı açıklanmıştır. Bu durumda 4857 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinde 507 sayılı Kanun’a yapılan atıf, 5362 sayılı Kanun’a yapılmış sayılmalıdır. Bahsi geçen yeni yasal düzenlemede esnaf ve sanatkâr tanımı değiştirilmiştir. Yeni Kanun’un 3’üncü maddesine göre esnaf ve sanatkâr, ister gezici ister sabit bir mekânda bulunsun, Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkâr meslek kollarına dâhil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseler olarak belirtilmiştir. 507 sayılı Kanun’da yazılı olan “geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin” sözcüklerine yeni Kanun’da yer verilmemiştir. Yeni Kanun’un değinilen hükmü karşısında, 21.06.2005 tarihinden sonraki dönem açısından İş Kanunu’nun kapsamı belirlenirken, “geçimini münhasıran bu işten sağlama” ölçütü dikkate alınmamalıdır.
5362 sayılı Kanun’daki düzenleme ile esnaf ve tacir ayrımında başka ölçütlere yer verilmiş olup, kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlük yapanların da ekonomik sermayesi, kazancının tacir sanayici niteliğini aşmaması ve vergilendirme gibi ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekecektir. 507 sayılı Kanun döneminde esnaf sayılan kamyoncu, taksici, dolmuşçu gibi kişilerin de bu yeni ölçütler çerçevesinde esnaf sayılmama ihtimali ortaya çıkmaktadır.
5362 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinde belirtilen esnaf ve sanatkâr faaliyeti kapsamında kalan iş yerinde üç kişinin çalışması hâlinde, 4857 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (ı) bendi uyarınca, bu iş yeri İş Kanunu’nun kapsamının dışında kalmaktadır. Maddede üç işçi yerine “üç kişi”den söz edilmiştir. Bu ifade, iş yerinde bedeni gücünü ortaya koyan meslek ve sanat erbabını da kapsamaktadır. İşinde bedeni gücü ile çalışmakta olan esnaf dâhil olmak üzere toplam çalışan sayısının üçü aşması durumunda iş yeri 4857 sayılı Kanun’a tabi olacaktır.
IV-Somut olayın değerlendirilmesi
Yukarıdaki bilgiler bir arada değerlendirildiğinde, mahkemece, taraflar arasında işçi-işveren ilişkisi bulunmayıp, hasılat kirası olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, kararın temyizi üzerine Özel Dairece taraflar arasında iş sözleşmesi bulunduğu kabul edilerek hüküm bozulmuş ise de, taraflar arasında iş sözleşmesi bulunup bulunmadığı hususunda yapılan araştırma ve inceleme yeterli değildir.
Öncelikle üzerinde durulması gereken husus, işverenin ….. plakalı araç olduğu belirtilen ve personel olarak da davacı tarafından imzalanan 01.04.2001 başlangıç tarihli sözleşmeyi işveren sıfatıyla kimin imzaladığının belirlenmesi zorunludur. Zira İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün 19.04.2013 tarihli cevap yazısında, bahse konu aracın ilk kaydının Behlül Köseoğlu adına iken 24.03.1998 tarihinde……’a, 30.06.2006 tarihinde ise davalıya devredildiği bildirilmekle, sözleşmenin imzalandığı tarihte davalının araç maliki olmadığı, araç malikinin o dönem dava dışı…… olduğu görülmektedir. Dolayısıyla anılan sözleşmede araç plakası altında işveren olarak yer alan imzasının kime ait olduğu, davalı ile ilgisi bulunup bulunmadığı, o tarihte araç maliki olan……’ın kim olduğu, adı geçen kişi ile davalı arasındaki ilişkinin niteliğinin tespiti gerekmektedir.
Öte yandan İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliğinin 07.05.2013 tarihli cevabi yazısında davacının, 30.10.2001 tarihinde Dolayoba Otobüs Otomobil Minibüs Kamyon ve Kamyonet Şoförler Esnaf Odasına kayıt olduğu, 29.12.2006 tarihinde oda kaydının sona erdiği bildirilmiş ise de, davacının ….. plakalı araç nedeniyle esnaf kaydının olup olmadığı yeterince irdelenmemiştir. Bu nedenle, esnaf odasından davacının bu esnaf kaydının anılan araç nedeniyle olup olmadığı, varsa buna ilişkin tüm kayıtların getirtilmesi gerekmektedir. Yine davalının da anılan ticari taksi nedeniyle esnaf kaydı olup olmadığı araştırılmalı, varsa bu kayıtlar da getirtilerek dosya arasına alınmalıdır.
Ayrıca SGK’nın 22.05.2013 tarihli yazısından davacının Tarım Bağ-Kur kaydı olduğu ve 2004-2011 tarihleri arasında bir kısım prim ödemeleri yapıldığı anlaşılmakla, ilgili Belediyeden ve kurumlardan sorularak bu Bağ-Kur kaydına ilişkin dayanak tüm belgeler temin edilmelidir.
Bundan başka dinlenen tanık beyanlarından da taraflar arasında iş sözleşmesi bulunduğu sonucuna varılması mümkün olmayıp, bu nedenle tanıklar yeniden dinlenerek özellikle davacı ile davalı arasındaki ilişkinin tespitine yarar ayrıntılı beyanları alınmalı, başlangıçta resmi kayıtlara göre araç maliki gözüken…… ile ilgili bilgileri olup olmadığı sorulmalı, davacının ticari taksiyi davalının yönetim ve denetimi altında mı kullandığı ya da aracın işletilmesini davacının kendi adına mı gerçekleştirdiğinin belirlenmesi yönünde ayrıntılı bilgilerine başvurulmalıdır.
Buna ilaveten ticari taksiye ait vergi, kaza ve ceza tutanakları olup olmadığı araştırılmalı, varsa bu kayıtlar da dosya arasına alınarak, tutanakların kimin adına düzenlendiği ve ödemelerin kimin tarafından yapıldığı tespit edilmeli ve bu suretle işin görülmesinden kaynaklanan ekonomik riskin kimin üzerinde olduğu belirlenmelidir.
Son olarak da ticari takside davacının çalışmadığı zamanlarda araçta başka şoför ya da şoförlerin çalışıp çalışmadığı araştırılmalı, varsa bu kişiler tespit edilerek davacı ve davalı ile aralarında ne tür bir ilişki bulunduğu saptanmalıdır.
Öyle ise, yukarıda belirtilen araştırmalar neticesinde elde edilecek delillerle dosya kapsamında yer alan diğer deliller birlikte değerlendirilerek öncelikle davacı ile davalı arasında iş ilişkisi, başka bir deyişle iş sözleşmesinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir.
Bundan sonra yapılacak değerlendirmeye göre, taraflar arasında iş sözleşmesi bulunduğu sonucuna varılması hâlinde davacının gerek 507 gerekse 5362 sayılı Kanun döneminde çalışması bulunduğundan, davalı işverenin her iki Kanun dönemi açısından ayrı ayrı esnaf kapsamında olup olmadığı değerlendirilerek, görev hususunda bir karar verilmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.03.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/117
K. 2018/1883
T. 11.12.2018
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasındaki “haksız rekabetin tespiti ve men’i” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 14.05.2013 tarihli ve 2012/534 E. 2013/230 K. sayılı karar davacı vekilince temyiz edilmekle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 11.02.2014 tarihli ve 2013/12216 E. 2014/2346 K. sayılı kararı ile:
…Davacı vekili, davalının işyerinde saç tıraşının 5 TL sakal tıraşının 3 TL’ye yapıldığının mahkemece tespit edildiğini, ESOB tarafından çıkarılan tarifelere göre 2012 yılı için 3. sınıf berber salonlarında saç tıraşının 10 TL sakal tıraşının 5 TL olarak belirlendiğini, davalının bu fiyatlardan % 60 gibi fahiş bir oranda indirim yaparak yıkıcı fiyat uyguladığını ve TTK’nın haksız rekabet hükümlerini ihlal ettiğini, oda üyelerinin menfaatlerini korumak için dava açmaya yetkili olduklarını, bu nedenlerle öncelikle tedbiren fiyat ve pankartların kaldırılmasını ve haksız fiilin tespit ve men’ini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, ESOB tarafından fiyat tarifelerinde hizmetlerin asgari fiyatının belirlenebileceğini, serbest piyasa koşullarına göre fiyat belirleme hakkına sahip olduklarını, yıkıcı fiyat uygulamasının söz konusu olamayacağını, ayrıca müvekkilinin ESOB’ne değil Ticaret Odası üyesi olup, esnaf odalarının kararlarıyla bağlı olmadıklarını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve toplanan tüm delillere göre, esnaf odalarınca belirlenen fiyatların azami nitelikte olduğu, davalının bu fiyatlara uymamasının haksız ve hukuka aykırı bir davranış olarak kabul edilemeyeceği, davalının hizmet fiyatlarını serbestçe belirleyebileceğini ve uyguladığı fiyat politikasının haksız rekabet oluşturmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Mahkemece yazılı gerekçeyle karar verilmiş ise de, yapılan inceleme yeterli araştırmayı içermemektedir. Davalının ESOB’ne üye olmadığı sabit ise de, dava tarihinde yürürlükte olan 6102 sayılı TTK 55. maddesinde haksız rekabet hallerinin başlıcaları düzenlenmiş olup 55/a-6 ve 55/e maddesi uyarınca dürüstlüğe aykırı davranışlar haksız rekabet halleri olarak belirtilmiştir. Mahkemece, davacının iddialarının, belirtilen maddeler kapsamında dürüstlüğe aykırılık ve neticede haksız rekabet teşkil edip etmediğinin gerektiğinde sektörden bilirkişinin de bulunduğu heyetten rapor alınmak suretiyle tartışılıp değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru olmamış, hükmün davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir…
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız rekabetin tespiti ve men’i istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalının erkek berberi olarak faaliyet gösterdiğini ve işyerinde saç tıraşının 5,00 TL’ye sakal tıraşının ise 3,00TL’ye yapıldığının tespit edildiğini, İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği tarafından çıkartılan tarifeye göre üçüncü sınıf berber salonları için saç tıraşının 10,00TL, sakal tıraşının ise 5,00TL olarak belirlendiğini, davalının bu fiyatlardan fahiş oranda indirim yaparak uyguladığı yıkıcı fiyatların maliyetlerin altında kaldığını, bu durumun haksız rekabet teşkil ettiğini, müvekkilinin üyelerinin menfaatlerini koruma yükümlülüğü bulunan müvekkilinin TTK’nın 56. maddesi gereğince işbu davayı açabileceğini ileri sürerek davalının eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitini ve men’ine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği tarafından çıkarılan fiyat tarifelerinde hizmetlerin azami ücretinin belirlendiğini, bu şekilde fiyat belirlenmesinin rekabeti engelleyici bir durum oluşturduğunu, müvekkilinin serbest piyasa koşullarına göre fiyat belirleyebileceğini ve uyguladığı fiyatların serbest piyasa koşullarına uygun olduğunu, yıkıcı fiyat uygulamasının söz konusu olmadığını, ayrıca müvekkilinin ticaret odasının üyesi olduğundan Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği kararına uyma yükümlülüğünün bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece; esnaf odaları tarafından belirlenen tarifelerin azami fiyatları gösterdiği, serbest piyasa koşullarında da her berberin kendi fiyatını belirlemesinin doğal karşılanması gerektiği, davalının oda tarafından belirlenen fiyat tarifesine uymamasının haksız ve hukuka aykırı bir davranış olarak kabul edilemeyeceği, davalının hizmet fiyatlarını serbestçe belirleyebileceği ve bu durumun haksız rekabet oluşturmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının esnaf odası tarafından belirlenen tarifenin altındaki fiyatlarla hizmet sunmasının haksız rekabet oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki; serbest piyasa ekonomilerinin temel prensibi olan serbest ticaret hakkı ve rekabet özgürlüğü Anayasa’nın 48/1. maddesinde “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek suretiyle vurgulanmıştır. Ancak ticaret serbestisi ve rekabet özgürlüğü, sınırsız rekabet hakkının bulunduğu anlamına da gelmemektedir. Bu nedenle haksız rekabeti düzenleyen kuralların amacı ve içeriği de rekabet özgürlüğünün sınırlarını göstermek ve bu sınırların aşılması durumunda başvurulabilecek hukuki yolları tespit etmektir.
Haksız rekabet kuralları, rekabet hakkının dürüstlük kuralları çerçevesinde kullanılmasını sağlamak ve rekabet hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacı ile sevk edilmiştir. Bu kurallar genel nitelikli ve her alanda uygulanabilecek hükümler içermekle birlikte rekabet hakkının, Türk Medeni Kanununun 2. maddesi gereğince dürüstlük kurallarına uygun şekilde kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır (Arkan, Sabih; Ticari İşletme Hukuku, Ankara 2018, s. 350.).
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda (6102 sayılı TTK) haksız rekabet kuralları, ticari nitelik taşısın taşımasın tüm haksız rekabet hâllerini kapsayacak şekilde ve son derece ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. 6102 sayılı TTK’nın 54. maddesinde haksız rekabete ilişkin amaç ve genel hükme yer verildikten sonra, aynı Kanunun 55. maddesinde uygulamada sık karşılaşılan ve dürüstlük kurallarına aykırı olan bazı davranış ve fiil örnekleri sayılmıştır (Arkan, Sabih; Ticari İşletme Hukuku, Ankara 2018, s. 350.).
Bu anlamda, uyuşmazlığın kapsamı itibariyle 6102 sayılı TTK’nın 55. maddesinde örnekleme yoluyla sayılan 55/(1)-a-6. ve 55/(1)-e hükümlerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-a-6. maddesi, mülga 6762 sayılı TTK’da bulunmayan ve özellikle tüketicilerin korunmasına hizmet eden yeni bir haksız rekabet hâli olarak tedarik fiyatının altında satış yapmayı düzenlemiştir. Bu madde; “Seçilmiş bazı malları, iş ürünlerini veya faaliyetleri birden çok kere tedarik fiyatının altında satışa sunmak, bu sunumları reklamlarında özellikle vurgulamak ve bu şekilde müşterilerini, kendisinin veya rakiplerinin yeteneği hakkında yanıltmak; şu kadar ki, satış fiyatının, aynı çeşit malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerinin benzer hacimde alımında uygulanan tedarik fiyatının altında olması hâlinde yanıltmanın varlığı karine olarak kabul olunur; davalı, gerçek tedarik fiyatını ispatladığı takdirde bu fiyat değerlendirmeye esas olur” hükmünü haizdir.
Bu itibarla, tedarik fiyatının altında satış yapmak başlı başına haksız rekabet oluşturmaya yetmemektedir. 6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-a-6. maddesi gereğince, haksız rekabetten bahsedebilmek için, tüketicilerin bir işletmeden alışveriş yapmalarını sağlamak amacıyla, işletmede satılan sadece belirli mal veya hizmetin birden çok kere tedarik fiyatının altında satışa sunulması ve işletmedeki tüm mal veya hizmetlerin ucuza satıldığı intibaının tüketicide oluşması gerekmektedir. Burada tedarik fiyatının altında satış yapan kişinin genel olarak rakiplerine oranla daha ucuz mal veya hizmet sattığı intibaının da uyandırılması söz konusudur. Dolayısıyla böyle bir durumda tüketiciler, sadece belirli mal ve hizmetlerde değil tüm ürünlerde genel bir ucuzluk olduğu kanısına ulaşmakta ve sadece ucuza satılan mal ve hizmetlerin değil başka mal ve hizmetleri de satın almaktadır (Nomer Ertan, Füsun; Haksız Rekabet Hukuku, İstanbul 2016, s. 227) .
Bu durum 6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-a-6. maddesinin gerekçesinde de “…bu bendin konusu olan haksız rekabet eylemi İsviçre öğretisinde, “göstermelik (mostra) ile aldatma” veya “mostra ile avlama” diye adlandırılmaktadır. Kastedilen, bazı malların seçilmesi, onların fiyatının tedarik fiyatının altında mostra (göstermelik) olarak satışa sunulması, böylece avlanan tüketicinin aldatılmasıdır. Mostra kullanmak arz (sunma) şeklidir. Hükümdeki “seçilmiş bazı malların ” ibaresi “mostra”yı ifade etmektedir. Dürüstlüğe aykırı olan, sunulan malın “mostra” rolü oynaması, yani kalitesi ve tedarik fiyatı ile seçilmiş mallara hatta miktara özgülenmiş bulunmasıdır. Gerçekte sunanın malı, mostranın kalitesi düzeyinde değildir veya mostrayı gösterenin elinde mostranın kalitesinde yeteri kadar mal yoktur veya satıcı o kalitede malı -varsa- daha yüksek fiyatla satmakta, satmayı amaçlamaktadır…” şeklinde belirtilmiştir.
Ayrıca 6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-a-6. maddesinde, tedarik fiyatının altında satış yapıldığı hâllerde yanıltmanın mevcut olduğunun ispatının oldukça zor olduğu düşünülerek, bir karineden yola çıkılmış ve satış fiyatının aynı çeşit malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerinin benzer hacimde alımında uygulanan tedarik fiyatının altında olması hâlinde yanıltmanın varlığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu aksi ispatlanabilir bir karine olduğundan satışı yapan kişi, her ne kadar tedarik fiyatının altında satış yapıyor olsa da tüketicileri yanıltmadığını ispat etmek suretiyle haksız rekabetin bulunmadığını ispatlayabilecektir (Nomer Ertan, Füsun; Haksız Rekabet Hukuku, İstanbul 2016, s. 228) .
Tedarik fiyatından ne anlaşılması gerektiği ise 6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-a-6. maddesinin gerekçesinde “tedarik fiyatından o malın satıcıya mal olma fiyatı anlaşılır” şeklinde belirtilmiştir. Mal olma fiyatı ise malın tedarikçiden alış fiyatının yanında, tüm masraflar, satıcının konumu, çalıştırdığı personel sayısı vb. değişkenler gözetilerek tespit edilmelidir.
6102 sayılı TTK’nın 55/(1)-e. maddesinde ise iş şartlarına uymamak haksız rekabet hâli olarak düzenlenmiştir. Bu madde “iş şartlarına uymamak; özellikle kanun veya sözleşmeyle, rakiplere de yüklenmiş olan veya bir meslek dalında veya çevrede olağan olan iş şartlarına uymayanlar dürüstlüğe aykırı davranmış olur” hükmünü haizdir.
Bu itibarla, aynı meslek dalında faaliyet gösteren kimselerin tamamının uyması zorunlu olan ve kanun veya sözleşme hükümleri ile tespit edilmiş olan veya bir meslek dalında genel geçerliliği olan iş şartlarına uymamak haksız rekabet olarak kabul edilmiştir. Hüküm ile rakiplerin kanun, sözleşme veya ticari örf ve adet ile belirlenmiş iş şartlarına uymamak suretiyle haksız bir avantaj sağlamaları engellenmek istenmektedir. Bu bakımdan TTK’nın 55/(1)-e. maddesi anlamında haksız rekabetten bahsedebilmek için bir meslek dalında rakiplerin de uymakla yükümlü olduğu kuralların bulunması ve bu kurallardan birine aykırı davranıştan söz edilmesi gerekmektedir. Bu anlamda, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanununun 62. maddesi iş şartlarına örnek olarak gösterilebilir (Ülgen, Hüseyin/Helvacı, Mehmet/Kendigelen, Abuzer/Kaya, Arslan/Nomer Ertan, Füsun; Ticari İşletme Hukuku, İstanbul 2015, s. 561.).
Yukarıda verilen bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalının eyleminin haksız rekabet teşkil edip etmediği, başka bir anlatımla tedarik fiyatının altında satış yapıp yapmadığı veya iş şartlarına uyup uymadığı hususları, sektör ve muhasip bilirkişilerin uzmanlık alanlarına giren konularda verdikleri raporlar gözetilerek hâkim tarafından takdir edilmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemece somut uyuşmazlığın sadece hâkimin hukuki bilgisi ile çözümlenemeyeceği dikkate alınarak ve 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 3. maddesi de gözetilerek alanında uzman sektör ve muhasip bilirkişilerden oluşan bilirkişi heyetinden rapor alınıp, yukarıda açıklanan hususlar da ayrıntılı bir şekilde irdelenip sonucuna göre bir karar verilmelidir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; Özel Dairenin bozma gerekçesinin yerinde olduğu ve bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri iadesine, aynı Kanunun 440. maddesine göre kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 11.12.2018 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ
E. 2008/316
K. 2009/247
T. 2.11.2009
Davacı, 01/70983 Esnaf Sicil Numarası ve 121 üye numarası ile Adana fırıncılar Odasına kayıtlı olarak Fırıncılık mesleğini icra etmekte iken, aynı işyerinde esas işine ilaveten unlu mamul üretimine de başladığını belirterek; 5362 Sayılı Yasanın 6/3. maddesi uyarınca esas işine ilave olarak yaptığı unlu mamul faaliyetinin, üyesi olduğu Adana Fırıncılar Odasındaki siciline kaydedilmesi için Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Müdürlüğüne 19.04.2007 günlü dilekçe ile başvurmuştur.
Adana Esnaf ve Sanatkarlar Birliği Sicil Müdürlüğünce, 30.04.2007 gün ve 2007/301 sayılı işlem ile, 5362 sayılı Kanunun 68. maddesinde, her meslek için ayrı kayıt yapılması gerektiğine hükmolunduğu, bu sebeple talep için 277,90 YTL ödeme yapılmasının gerektiği bildirilerek davacının istemi reddedilmiştir.
Davacı, yaptığı başvuruyu, Kanunu yanlış yorumlayarak yeniden oda ve sicil kaydı gerektiğine ilişkin Adana Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Sicil Müdürlüğünün uygulamasının iptaline ve bu faaliyetinin Adana Fırıncılar Odasındaki siciline, tekrar oda ve sicil kaydı gerekmeksizin tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
ADANA 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ; 27.11.2007 gün ve E:2007/208, K:2007/348 sayı ile davanın, Adana Fırıncılar odasına tescil isteminden oluşmakta olduğu, Anayasanın 135. maddesine göre, meslek kuruluşlarının, kamu kurumu niteliğinde olduğu, bu düzenlemenin 5362 sayılı yasanın ve önceki 507 sayılı yasanın 1. maddesinde de yer aldığı, bir başka söyleyişle 1. maddedeki düzenlemede değişiklik yapılmamış olduğu; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2002/14978 esas, 2003/5079 sayılı kararında belirtildiği şekilde, “somut olayda kamu kurumu niteliğinde olan davalıya, husumet yöneltilerek, kurum kayıt işlemleri bakımından, belli doğrultuda idari işlem tesis etmeye zorlayıcı hüküm kurulması amaçlandığına göre, talep ve işlemin idari nitelik taşıdığı kabul edilmelidir.”, aynı şekilde, Uyuşmazlık Mahkemesinin 24.12.1980 gün ve 1980/7-7 sayılı kararında da, kamu kurumu niteliğindeki, meslek kuruluşlarının yönetsel yapı içinde bulunan ve kamu hizmeti gören idari birimler olduğu, odalara kayıt işlemlerinin ise idari işlem niteliği bulunduğunun belirtildiği; özetle, bu tür uyuşmazlıkların, idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği, bir mahkemenin görevli olup/olmadığı konusu kamu düzenine ilişkin olup, açık ya da gizli, ya da hiç ileri sürülmese dahi, mahkemece kendiliğinden gözetilmesinin gerektiği; açıklanan yasal düzenleme ve yargısal uygulamalara göre, mahkemelerince, yargı yolu yönünden “dava dilekçesinin reddine” karar verilmesi gerektiğinden bahisle, yargı yolu bakımından dava dilekçesinin reddine, karar verilmiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı bu defa, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ADANA 2. İDARE MAHKEMESİ; 24.4.2008 gün ve E:2008/668 K: 2008/558 sayı ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14/3-a maddesinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden de incelenecekleri; 15/1-a maddesinde, 14. maddenin 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği; 14/6. maddesinde de, maddede sayılan hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı hükmüne yer verilmiş olduğu; 7.6.2005 tarih ve 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun Sicil Teşkilatı ve Personeli başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrasında, “Esnaf ve sanatkarların sicillerinin, sağlıklı ve güvenli bir şekilde Bakanlık e-esnaf ve sanatkar veri tabanında tutulması ve yayınlanmasını teminen ticaret davalarına bakan asliye hukuk mahkemeleri gözetiminde ve kurulu bulunduğu il idari sınırları içerisinde çalışmak üzere birlik bünyesinde ayrı bir birim olarak Esnaf ve Sanatkar Sicil Müdürlüğü kurulur. Sicilin personel ücretleri ve diğer giderleri birlik tarafından karşılanır.” hükmüne, dördüncü fıkrasında “Sicil müdürleri, sicil kayıtlarını mevzuata ve gerçeklere uygun olarak tutmak ve izlemekle sorumludur. Sicil kayıtları üzerinde suç işledikleri belirlenen sicil teşkilatı personeli hakkında bu suçlarından ve diğer mevzuata aykırı işlemlerinden dolayı kamu görevlileri hakkındaki cezalar uygulanır.” hükmüne, beşinci fıkrasında, “Türk Ticaret Kanununun, ticaret siciline ilişkin 26 ila 40 ıncı maddelerinin bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri Esnaf ve Sanatkar Sicil Müdürlüğü hakkında da uygulanır.” hükmüne yer verilmiş, sicile kayıt mecburiyeti ve sicil işlemleri başlıklı 68. maddenin 3. fıkrasında, esnaf ve sanatkarların mesleki faaliyette bulunabilmeleri ve ilgili odaya kaydedilmeleri için sicile kayıtları şarttır ve sicile her bir meslek için ayrı kayıt yapılması gerekeceği, 75. maddesinin (j) bendinde, 67, 68 ve 69. maddelerinde yer alan, sicil işlemlerinin nasıl yürütüleceği, defter ve kayıtların ne şekilde tutulacağı, hangi hususların tescil ve ilan edileceği, resen kayıt ve terkin işlemleri, sicilin denetimi, sicil memurlarına itiraz yolları, sicil personelinin nitelikleri ve sorumluluğunun Bakanlık tarafından, üç ay içerisinde çıkarılacak yönetmeliklerle düzenleneceğinin hükme bağlanmış bulunduğu; diğer taraftan, anılan Kanunun 67. maddenin gönderme yaptığı 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 36. maddesinde; “ilgililer vukuu bulacak tescil veya tadil yahut terkin talepleri üzerine sicil memurluğunca verilecek kararlara karşı, tebliğinden itibaren sekiz gün içinde sicilin bağlı olduğu mahkemeye dilekçe ile itiraz edebilirler.” hükmüne yer verilmiş olduğu; 5362 Sayılı Kanun dayanak alınarak 16.9.2005 tarih ve 25938 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Esnaf ve Sanatkar Sicili Yönetmeliğinde ise, sicil işlemlerinin sağlıklı ve güvenli bir şekilde yürütülmesini teminen sicil müdürlüğünün kurulacağı, işlemlerin mevzuata uygun yürütülmesi açısından hakimin gözetim yetkisinin bulunduğu, kaydın silinmesi işleminin de tescildeki hükümlere tabi olduğu, ilgililerin sicil müdürlüğü tarafından kabul edilmeyen taleplere ilişkin verilen kararlara karşı, sicilin bağlı olduğu mahkemeye itiraz edebileceği hususları ayrıntılı biçimde düzenlenmiş, aynı yönetmeliğin tanımlar baslıklı 3. maddesinde, “Mahkeme: Ticaret davalarına bakan yetkili Asliye Hukuk Mahkemelerini, ifade eder.” hükmünün yer almakta olduğu; dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, fırıncılık mesleğini icra eden ve Adana Fırıncılar Odasının 121 nolu üyesi olan davacının, aynı işyerinde unlu mamul üretimine de başladığından bahisle 5362 sayılı Kanun’un 6/3. maddesi uyarınca 121 üye nolu oda siciline bu ek faaliyetinin de kaydedilmesi talebiyle başvurduğu, davalı idarece dava konusu işlemle 5362 sayılı Kanunun 68. maddesi gereğince her meslek için ayrı kayıt yapılmasının gerektiği, bu sebeple talep için 277,90 YTL ödeme yapılmasının gerektiği bildirilerek istemin reddedildiği, Adana 2. Asliye Ticaret Mahkemesine 16.05.2007 tarihinde açılan davanın da uyuşmazlığın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda; uyuşmazlık, sicil kaydının değiştirilmemesi işlemine yönelik olduğundan yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca, sicil işlemlerinin ticaret davalarına bakan Asliye Hukuk Mahkemelerinin gözetim ve denetimi altında yürütüleceği, itirazların da aynı mahkemelere yapılacağının anlaşılmakta olduğu; bu durumda; Esnaf ve Sanatkarlar siciliyle ilgili yeni kayıt, değişiklik yapılması ve kayıt silinmesi istemleri üzerine tesis edilecek işlemlere karşı, ticaret davalarına bakan Asliye Hukuk Mahkemelerine başvurulabileceği sonucuna varıldığından benzer taleple Mahkemelerinde açılan bu davanın görüm ve çözümünün görevleri dışında bulunduğu; nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1.5.2006 tarih ve E: 2006/17, K: 2006/55 sayılı kararının da bu doğrultuda olduğu gerekçesiyle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 15/1-a maddesi hükmü uyarınca davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Turan KARAKAYA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 02.11.2009 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME
Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının; davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece 15. maddede belirtilen hükmün aksine, önceki görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası temin edilmeden gönderildiği görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ
Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Adana Fırıncılar Odasına 121 üye numarasıyla kayıtlı olan davacının, 5362 sayılı Kanunun 6/3. maddesi uyarınca esas faaliyetine ilave olarak unlu mamul üretim faaliyetinin de aynı sicil numarasına kaydedilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Adana Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Sicil Müdürlüğü işleminin iptali ile bu faaliyetinin, Adana Fırıncılar Odasındaki siciline, tekrar oda ve sicil kaydı gerekmeksizin tesciline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
7.6.2005 tarih ve 5362 Sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşlar Kanunu’nun 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı; esnaf ve sanatkârlar ile bunların yanlarında çalışanların meslekî ve teknik ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmelerini ve meslekî eğitimlerini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak, meslek disiplini ve ahlâkını korumak ve bu maksatla kurulan tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki esnaf ve sanatkârlar odaları ile bu odaların üst kuruluşu olan birlik, federasyon ve Konfederasyonun çalışma usûl ve esaslarını düzenlemektir.” hükmüne yer verilmiştir.
Aynı Yasa’nın 6. maddesinde, odaya kayıt başlığı altında, esnaf ve sanatkarların sicile kayıtları yapılmadıkça, hiçbir şekilde odaya kaydının yapılmayacağı belirtilmiş; Sicil Teşkilatı ve Personeli başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrasında “Esnaf ve sanatkârların sicillerinin, sağlıklı ve güvenli bir şekilde Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanında tutulması ve yayınlanmasını teminen ticaret davalarına bakan asliye hukuk mahkemeleri gözetiminde ve kurulu bulunduğu il idari sınırları içerisinde çalışmak üzere birlik bünyesinde ayrı bir birim olarak Esnaf ve Sanatkâr Sicil Müdürlüğü kurulur. Sicilin personel ücretleri ve diğer giderleri birlik tarafından karşılanır.” hükmüne, dördüncü fıkrasında “Sicil müdürleri, sicil kayıtlarını mevzuata ve gerçeklere uygun olarak tutmak ve izlemekle görevli ve sorumludur. Sicil kayıtları üzerinde suç işledikleri belirlenen sicil teşkilatı personeli hakkında bu suçlarından ve diğer mevzuata aykırı işlemlerinden dolayı kamu görevlileri hakkındaki cezalar uygulanır.” hükmüne; beşinci fıkrasında, Türk Ticaret Kanununun, ticaret siciline ilişkin 26 ila 40 ıncı maddelerinin bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri Esnaf ve Sanatkâr Sicil Müdürlüğü hakkında da uygulanır.” hükmüne yer verilmiş; Sicile Kayıt Mecburiyeti ve Sicil İşlemleri başlıklı 68. maddenin birinci fıkrasında, “Bu Kanun kapsamındaki esnaf ve sanatkârlar, yanlarında çalışanlar hariç, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren durumlarını otuz gün içinde bağlı bulundukları sicile tescil ve Sicil Gazetesinde ilan ettirmekle yükümlüdürler. Bu yükümlülüğü yerine getirmediği tespit edilenler birlik tarafından ruhsat vermekle yetkili ilgili kurum ve kuruluşlara bildirilir. İlgili kurum ve kuruluşlar, sicil kaydı yapılana kadar bunların faaliyetlerini durdurur. 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanunu kapsamına alınan il ve mesleklerde faaliyette bulunacak esnaf ve sanatkârlardan sicile kayıt sırasında meslek dalı ile ilgili ustalık belgesi istenir.”, üçüncü fıkrasında, “Esnaf ve sanatkârların meslekî faaliyette bulunabilmeleri ve ilgili odaya kaydedilmeleri için sicile kayıtları şarttır ve sicile her bir meslek için ayrı kayıt yapılması gereklidir. Sicile kaydı yapılan esnaf ve sanatkârların ilgili odaya kayıt için bilgilerinin gönderilmesi, sicil tarafından elektronik ortamda Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanında gerçekleştirilir. Esnaf ve sanatkârlar kayıt beyannamelerindeki hususlarda meydana gelen değişiklikleri en geç otuz gün içinde sicile bildirmek zorundadırlar.”; yedinci fıkrasında, “Sicil işlemleri, sicil müdürleri ve personeli tarafından elektronik ortamda Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanında gerçekleştirilir.” denilmiş; 75. maddesinin (h) bendinde, 67, 68 ve 69. maddelerinde yer alan, sicil işlemlerinin nasıl yürütüleceği, defter ve kayıtların ne şekilde tutulacağı, hangi hususların tescil ve ilan edileceği, resen kayıt ve terkin işlemleri, sicilin denetimi, sicil memurlarına itiraz yolları, sicil personelinin nitelikleri ve sorumluluğunun Bakanlık tarafından, üç ay içerisinde çıkarılacak yönetmeliklerle düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan, anılan Kanunun 67. maddenin gönderme yaptığı 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 36. maddesinde; “İlgililer, vuku bulacak tescil veya tadil yahut terkin talepleri üzerine sicil memurluğunca verilecek kararlara karşı, tebliğinden itibaren sekiz gün içinde sicilin bulunduğu yerde ticari davalara bakmakla görevli Asliye Hukuk Mahkemesine dilekçe ile itiraz edebilirler (…)” hükmüne yer verilmiştir.
5362 Sayılı Kanun dayanak alınarak 16.9.2005 tarih ve 25938 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Esnaf ve Sanatkar Sicili Yönetmeliğinde ise, sicil işlemlerinin sağlıklı ve güvenli bir şekilde yürütülmesini teminen sicil müdürlüğünün kurulacağı, işlemlerin mevzuata uygun yürütülmesi açısından hâkimin gözetim yetkisinin bulunduğu, kaydın silinmesi işleminin de tescildeki hükümlere tabi olduğu, ilgililerin sicil müdürlüğü tarafından kabul edilmeyen taleplere ilişkin verilen kararlara karşı, sicilin bağlı olduğu mahkemeye itiraz edebileceği hususları ayrıntılı biçimde düzenlenmiş, aynı yönetmeliğin tanımlar baslıklı 3. maddesinde, “Mahkeme: Ticaret davalarına bakan yetkili Asliye Hukuk Mahkemelerini, ifade eder.” denilmiştir.
Olayda, fırıncılık mesleğini yürüten ve Adana Fırıncılar Odasına 121 sicil numarasıyla kayıtlı bulunan davacının, aynı işyerinde unlu mamul üretimine de başladığından bahisle, 5362 sayılı Kanunun 6/3. maddesi uyarınca aynı numaralı oda siciline, ek faaliyetinin de kaydedilmesi talebiyle yaptığı başvurunun, Sicil Müdürlüğünün; her meslek için ayrı kayıt yapılması gerektiğinden bahisle reddedilmesi üzerine davanın açıldığı; yukarıda belirtilen hükümler gözetildiğinde; sicil işlemlerinin, Ticaret davalarına bakan Asliye Hukuk Mahkemelerinin gözetimi ve denetimi altında yürütüleceği, itirazların da aynı mahkemelere yapılacağı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; Esnaf ve Sanatkarlar siciline ilişkin yeni kayıt ve önceki kayıtlarda değişiklik yapılması istemleri üzerine, ilgili Sicil Müdürlüğünce tesis edilecek işlemlere karşı, ticaret davalarına bakan yetkili Asliye Hukuk Mahkemelerine başvurulabileceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle Asliye Ticaret Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 27.11.2007 gün ve E:2007/208, K:2007/348 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.11.2009 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/51284
K. 2013/9060
T. 18.3.2013
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA :Davacı, kıdem tazminatı ile sosyal güvenlik destek primi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip, değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.
İşçi ve işveren sıfatları aynı kişide birleşemez.
Yasanın 8 inci maddesinin birinci fıkrasına göre iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş görme ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici öğeleridir.
İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukukî-kişisel bağımlılıktır.
Gerçek anlamda hukukî bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İşçi edimini işverenin karar ve talimatları çerçevesinde yerine getirir. İşçinin işverene karşı kişisel bağımlılığı ön plana çıkmaktadır.
İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini, işçinin işverenin talimatlarına göre hareket etmesi ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. İşin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. Bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin ölçüt teşkil etmez. İşçinin işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi yaratıcı gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. Çalışanın işyerinde kullanılan üretim araçlarına sahip olup olmaması, kâr ve zarara katılıp katılmaması, karar verme özgürlüğüne sahip bulunup bulunmaması bağımlılık unsuru açısından önemlidir.
İş sözleşmesinde işçi işveren için belirli veya belirsiz süreli olarak çalışır. Vekâlet sözleşmesinde ise vekil kural olarak uzmanlığı bakımından iş sahibinin talimatları ile bağlı değildir.
İş sözleşmesinin varlığı ücretin ödenmesini gerektirir. Oysa vekâlet için ücret zorunlu bir öğe değildir. Vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerde iş sözleşmesinin aksine sosyal nitelikte edimlere ve koruma yükümlülüklerine rastlanmaz. Vekil bağımsız olarak iş görür, bu nedenle faaliyetini sürdüreceği zamanı belirlemede kısmen de olsa serbestliğe sahiptir. Bütün zamanını tek bir müvekkile özgülemek zorunda olmayan vekil, farklı kişilerle vekâlet sözleşmeleri yapabilir. Ekonomik olarak tek bir işverene bağımlı değildir.
Tüzel kişilerde yönetim hakkı ile emir ve talimat verme yetkisi organlarını oluşturan kişiler aracılığıyla kullanılır. Tüzel kişiler yönünden tüzel kişinin kendisi soyut işveren, tüzel kişinin organını oluşturan kişiler ise somut işveren sıfatını haizdir.
Ticaret şirketleriyle tüzel kişilerde somut işveren sıfatını taşıyan organ bir kurul olabileceği gibi tek başına bir kişiye verilen yetki çerçevesinde gerçek kişinin de organ sıfatını kazanması mümkündür.
Limited, hisseli komandit ve kolektif şirketlerde yönetim yetkisi şirket ortaklarından birine bırakıldığında, bu kişi müdür sıfatıyla kişi-organ sayılır.
Türk Ticaret Kanununun 319 uncu maddesine göre, anonim şirketler yönünden yönetim ve temsil yetkisinin yönetim kurulu üyelerine bırakılması halinde, bu kişi veya kişiler kişi-organ sıfatını kazanır. Şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılmazlar.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1 inci maddesine göre, iş mahkemelerinin görevi “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi”dir. İşçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir.
Somut olayda davacı esnaf odası dava dilekçesinde özetle;1999 yılından itibaren iki yılda bir yapılan genel kurul kararı ile yönetim kurulu üyeliğine seçilen davacılar murisinin SSK giriş bildirgesi verilerek, primlerinin ödendiğini,1992 yılında emekliye ayrılarak kıdem tazminatının ve sonrasında da vefat ettiği 08.10.2005 tarihine kadar sosyal güvenlik destek primlerinin de ödendiğini, sonrasında Bakanlık müfettişi raporu ile yönetim kurulu üyelerinin işçi sayılamayacağı, böyle olunca da ödenen tüm SSK primleri ile kıdem tazminatının geri ödenmesi istemi ile Asliye Hukuk Mahkemesine dava açılmıştır.
Davalı mirasçıları zamanaşımı itirazında bulunduktan sonra, arada hizmet akti olduğunu ve yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğunu savunmuşturlar.
Mahkemece; uyuşmazlığın davalılar murisinin işçi sayılıp sayılmamasından kaynaklandığı, bu konuyu çözmenin de İş Mahkemelerinin görevine girdiğinden bahisle görevsizlik kararı verilmiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
İş Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davacı davalılar murisine yapılan ödemelerin usulsüz olduğundan 25.01.2007 tarihinde kayıtlarına giren yazı ile haberdar oldukları, davanın ise 30.04.2008 de yani bir yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığı gerekçesi davanın reddine karar verilmiştir.
Öncelikle çözülmesi gerekli konu; dava konusu uyuşmazlıkta hangi mahkemenin görevli olduğudur.
507 ve 07.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Yasasının 1. maddesine göre esnaf odaları kamu kurumu niteliğinde tüzel kişiliğe sahip meslek kuruluşlarıdır.
Oda ile davalı arasındaki ilişki vekalet aktine dayanmaktadır. Diğer taraftan işçi ve işveren sıfatının aynı kişide toplanması da mümkün değildir.
Böyle olunca davacı oda ile davalılar murisi arasında bir hizmet akti olduğundan söz etme olanağı yoktur. Taraflar arasında iş sözleşmesi olmadığına göre de uyuşmazlığın İş Mahkemesinde görülmesi mümkün değildir. Önceki görevsizlik kararı temyiz edilmeksizin kesinleştiğinden yeniden görevsizlik kararı verilmesine engel bir durum da bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; dava konusu uyuşmazlığın çözümü genel yetkili Asliye Hukuk mahkemelerinin görevine girdiğine göre, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek sonuca gidilmesi hatalıdır…
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.03.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
E. 2012/10670
K. 2012/14803
T. 18.12.2012
Dava dilekçesinde, Adana Şoförler ve Otomobilciler Odası Yönetim Kurulunun organlardaki görevine son verilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hükmün temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması davalılar vekili K2 tarafından yasal süresi içinde verilen temyiz dilekçesi ile istenilmekle taraflara yapılan tebligat üzerine duruşma için tayin olunan 04.12.2012 gününde temyiz eden davalılar vekilleri Av.K4 ile Av.K2 geldiler. Aleyhine temyiz olunan davacı adına gelen olmadı. Gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Adana Cumhuriyet Başsavcılığının davanamesinde; Adana Şoförler ve Otomobilciler Odasında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müfettişliği tarafından yapılan denetim sonucunda Oda üyesi görülen 52 kişinin kaydının silinmesi ve Oda üyeliklerinin güncelleştirilmesi için talimat yazıldığı, bu konuda Bakanlıkça verilen talimatı yerine getirmeyen Oda yönetim kurulu üyelerinin 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun 58.maddesi gereğince odadaki görevlerinin feshini istemiş, mahkemece davanamenin kabulü ile Adana Şoförler ve Otomobilciler Odası Yönetim Kurulunun feshine karar verilmiştir.
Dosya içinde bulunan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Esnaf ve Sanatkarlar Genel Müdürlüğünün 24.11.2009 tarih 2877 sayılı yazısında, Bakanlık müfettişlerinin Odada yaptıkları denetimler sonucu müşteki K3’ün ek olarak sunduğu 196 kişiden, vergi mükellefiyeti silinip altı ay içinde tekrar tesis edilmeyen 47 üye ile vergi mükellefiyeti sair illerde devam eden 5 üyenin bulunduğu bu isimlerin örnekleme yoluyla belirlendiği başka kişilerin de olma ihtimaline binaen tüm üyelerine ait bilgilerin vergi mükellefiyeti yönünden güncellenmesini, Odaya kayıtlı olup aynı zamanda muhtelif ihtisas Odalarına kayıtlı 408 üyenin kaydının mükerrer olduğu, mükerrer kaydı bulunan 408 kişinin gerekli şartları taşıyıp taşımadığı araştırılarak Odadaki kayıtlarının hem ilgili Oda hem de Sicil Müdürlüğü kayıtları nezdinde terkin edilmesi gerektiği, 109 kişinin Odadaki kayıtlarının silinerek Adana Minibüsçüler Odasına kayıtlarının yapılması, kamyonculuk ve kamyonetçilik mesleğini icra ettiği tespit edilen 70 kişinin Odadaki kayıtlarının silinerek Adana Kamyoncu ve Kamyonetçiler Esnaf Odasına kayıtlarının yapılması, Otobüsçülük mesleğini icra ettiği tespit edilen 12 kişinin Odadaki üyelik kayıtlarının silinerek Adana Halk Otobüsçüleri Esnaf Odasına kayıtlarının yapılması sonucunda en geç on gün içerisinde Bakanlığa bilgi verilmesinin istenildiği, Bakanlığın bu yazısının davalı Odaya14.12.2009 tarihinde ulaştığı, davalı Oda yöneticilerinin bu talimat yazısının kendilerine ulaştığı gün Vergi Dairesine müracat ederek ve Bakanlığa 30.12.2009 tarihinde bilgi verdikleri anlaşılmaktadır.
5362 Sayılı Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun 1. maddesinde odaların, üyelerinin müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, mensuplarının birbirleri ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere mesleki disiplin, ahlak ve dayanışmayı korumak ve bu kanunda yazılı hizmetler ile mevzuatla odalara verilen görevleri yerine getirmek amacıyla kurulan, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları oldukları belirtilmiş, aynı Yasanın 9. maddesinde ise oda organları gösterildikten sonra 11. maddesinde de oda organları arasında sayılan yönetim kurulunun görevleri sayılmıştır.
Aynı Yasanın 52. maddesine göre Anayasal güvence altında bulunan kamu kurumu niteliğindeki esnaf ve sanatkarlar meslek kuruluşları ile bu kuruluşların organlarının görevden alınmaları yasal şartlara bağlanmıştır. Buna göre kuruluş amaçları dışında herhangi bir faaliyette bulunulması ve Kanunda belirtilen asli görevlerinin Bakanlığın uyarısına rağmen yerine getirilmemesi hallerinde sorumlu organlarının görevlerine son verilmesi ve yerlerine yenilerinin seçilmesi ancak Bakanlığın veya bu kuruluşların bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine o yerdeki asliye hukuk mahkemesince mümkün olacaktır. Bu durumda yasanın öngördüğü görevler kapsamında dava konusu olan Bakanlığın talimatları davalı yönetime ulaşınca gerekli işlemler başlatılmıştır. Denetim raporu ve ilgili Bakanlıkça yerine getirilmesi istenilen talimatların kapsamı, kişi sayısı, içeriği, inceleme alanı ile getirtilecek bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi gözönüne alındığında bu işlemlerin tamamlanması için makul ve yeterli bir sürenin gerektiği ve bu nedenle davanın reddi gerekirken 10 gün gibi kısa bir sürede yerine getirilebileceği kabul edilerek davanın kabulü doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davalılar yararına takdir edilen 900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı taraflara verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 18.12.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/17177
K. 2013/16251
T. 25.11.2013
Dava dilekçesinde, oda üyelik kaydının silinmesi ve borçlu olmadığının tespiti istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının 31.12.1995 tarihinde işyerini kapattığı halde davalı vekili tarafından 1985 ila 2009 yılları arasını kapsar şekilde oda üyelik aidatının ödenmesi için mektup gönderildiğini, 5362 sayılı Yasanın 7. ve 8. maddeleri uyarınca vergi mükellefi olmayan kişilerin oda üyeliğinin söz konusu olamayacağını belirterek, davacının oda üyelik kaydının 31.12.1995 tarihi itibariyle silinmesine ve davacının davalı odaya aidat borcu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun 7. maddesinde; “Oda üyeliği için aşağıdaki şartlar aranır: a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak veya yabancı devlet tabiiyetinde bulunmakla beraber Türkiye’de sanat ve ticaret yapıyor olmak. b) Medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olmak. c) Vergi mükellefi olmak ya da vergiden muaf olmak. d) Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bünyesindeki odalara kayıtlı olmamak”, Üyeliğin son bulmasına ilişkin 8. maddesinde; “Aşağıda belirtilen durumlarda üyenin oda kaydının silinmesine yönetim kurulu tarafından karar verilir, durum sicile bildirilerek kaydın silinmesi temin edilir ve kaydı silinen üyeye oda tarafından on gün içinde üyenin odaya bildirdiği iş yeri veya ikamet adresine yazılı olarak bildirilir. a) Daimi olarak odanın çalışma bölgesi dışına çıkanlar, b) 7 nci maddede belirtilen şartlardan herhangi birini kaybedenler veya bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığı sonradan anlaşılanlar. c) Sanat ve mesleğini yapmaktan sürekli olarak men edilenler. d) Vergi mükellefiyetini sildirenlerden altı ay içinde tekrar vergi mükellefiyeti tesis ettirmeyenler.”
Aynı Yasanın Geçici 3. maddesinde; “15.8.2005 tarihine kadar, mevcut esnaf ve sanatkârlar odalarına kayıtlı üyelerin üyelik nitelikleri bu Kanunun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uygun olarak yönetim kurulu tarafından güncelleştirilir. Sicile kayıtlı olmayıp odaya kayıtlı üyelerle, odaya kayıtlı olmayıp sicile kayıtlı olan üyelerin eksik işlemleri, sicil tarafından oda ve sicil numaraları ilgili odayla irtibatlı olarak verilerek tamamlanır. Ayrıca, odalar; üyelerine ilişkin bilgilerin Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanında güncelleştirilmesini 15.8.2005 tarihine kadar tamamlamak zorundadırlar. Üyeler de bu süre içinde eksik bilgilerini odaya ulaştırmak mecburiyetindedirler. Bu çalışmalar sonucunda vefat ettiği, emekli olarak veya başka bir nedenle mesleğini icra etmekten vazgeçtiği tespit edilen üyelerin bilgilerini havi listeler oda yönetim kurulunca sicile bildirilir ve bu kişilerin sicil ve oda kayıtları silinir. Bu şekilde yapılan terkin işleminden harç alınmaz ve Sicil Gazetesinde yayımı ücretsiz olarak yapılır.”, Geçici 5. maddesinde ise; “31.12.2003 tarihinden önceki dönemlere ait yıllık aidat ve gecikme zammı borcu olup oda tarafından kanuni yollara başvurulduğu halde adresinde bulunamayan ve gayrifaal olduğu anlaşılan üyeler oda yönetim kurulunca tespit edilerek sicil ve oda üyelik kayıtlarının silinmesi için sicile bildirilir; bu şekilde yapılan terkin işlemlerinin Sicil Gazetesinde yayımı ücretsiz olarak yapılır ve harç alınmaz.” , yine Yasanın 76. maddesinde “17.7.1964 tarihli ve 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer kanunlarda, 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununa yapılmış olan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır.” hükümleri yer almaktadır.
Somut olayda; davacının 25.02.1986 tarihinde Bornova Oto Tamircileri ve Sanatkarları Odasına üye olduğu, 31.12.1995 tarihi itibariyle de işyerini kapattığı, halen vergi mükellefi kaydının bulunmadığı, 5362 sayılı Yasa uyarınca oda üyelik kayıtlarının güncellemesinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacı vekili davacının oda üyelik kaydının silinmesini ve aidat borcu olmadığının tespitini 09.07.2010 tarihinde mahkemeden istemiş, mahkemece davacının 507 sayılı Yasa döneminde odaya üyelik kaydının silinmesi hususunda bir başvurusunun bulunmadığı, 507 sayılı Yasa uyarınca üyeliğinin devam ettiği, dolayısıyla aidat borcundan sorumlu olduğu gerekçesiyle talep reddedilmişse de, 507 sayılı Yasa 21.06.2005 tarihinde 5362 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırıldığından, yukarıda gösterilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında olaya 5362 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması ve delillerin bu çerçevede değerlendirilip bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan nedenler göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi yerinde bulunmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.
Davacı vekilinin temyiz itirazlan yerinde olduğundan kabulüne, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunla 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen Geçici 3. maddesindeki atıf nedeniyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 428. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 25.11.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2021/19498
K. 2021/6985
T. 18.10.2021
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki esnaf odası üyeliğinin devam ettiğinin ve taksi durağında hak sahibi olunduğunun tespitinin istenmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; davanın reddine dair verilen 10/09/2020 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
K A R A R
Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 28/02/2013 gün, 2012/13814 esas ve 2013/2780 karar sayılı ilamı ile; “davacının davalı Oda üyeliğinin tespiti ile …nolu … Taksi Durağına hak sahibi olduğunun tespiti talebi yönünden davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği, dosyanın tespit istemi yönünden ayrı bir esasa kayıt yapılıp işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, yasa metinlerini yanlış yorumlayarak ve idari yargı davaları arasında yer almayan tespit talebi yönünden yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesinin doğru olmadığı” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiş, mahkemece kararın bozulan kısmı yönünden önceki kararda direnilmesine ve idari yargının görevli olması nedeniyle yargı yolu bakımından davanın usulden reddine karar verilmiş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/06/2015 gün, 2014/18-43 esas, 2015/1658 karar sayılı ilamıyla direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerle bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece; bozma ilamı doğrultusunda yapılan yargılama sonucunda davacının 10/08/1998 tarihinde satın aldığı araçla taksicilik faaliyetine başladığı, 16/11/1998 tarihinde aracı hususi olarak tescil ettirerek bu faaliyetini 16/11/1998 tarihinde terk ettiği, davalı Esnaf Odası Yönetim Kurulunun 15/08/2005 tarihli kararı ile davacının oda üyelik kaydının silinmesine karar verildiği, Oda üyelik kaydının silinmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle İdare Mahkemesinde açılan davanın reddedilip kesinleştiği, davalı … Belediyesi tarafından 02/05/2006 tarihli belediye meclis kararı ile onaylanan T Plakalı Ticari Taksi İşletme Yönetmeliğine göre istenilen listelere göre çiçek taksi durağında davacının ismi bulunmadığından davacıya durak hakkı verilmediği, davacının tespit taleplerinin temelini oluşturan davalı Oda yönetim kurulu kararının iptali istemiyle idare mahkemesinde güçlü delil olarak verilen kararla yönetim kurulu kararının mevzuat hükümlerine uygun olduğunun belirlendiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle davacının 5362 sayılı Kanun’un 7. maddesinde öngörülen üyelik şartlarını taşımadığının belirlenmesine göre davacının yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 59,30 TL temyiz peşin harcının onama harcına mahsubuna 18/10/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/810
K. 2020/1462
T. 3.3.2020
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki menfi tespit-istirdat ve ipoteğin kaldırılması davalarının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine yönelik verilen hükmün asıl davada davalı … Bankası vekilince duruşmalı, birleşen davada davacılar vekilince duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde asıl davada davalı … vekili Avukat …, ihbar olunanlar-birleşen davada davacılar … ve diğerleri vekili Avukat … ile asıl davada davacı-birleşen davada davalı … Esnaf ve Sanatkarlar Odası vekili Avukat …, davacılar yanında katılanlar … ve diğerleri vekili Avukat … gelmiş, tebligata rağmen diğer taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
– KARAR –
Asıl davada davacı vekili, ipotek karşılığı kredi kullanma yetkisi genel kurula ait olmasına rağmen, oda başkanı dava dışı … ve genel sekreter … tarafından, yönetim kurulu karar defterinde tahrifat yapılarak, davalı bankadan 150.000,00 TL kredi kullanıldığını ve davacı odaya ait hizmet binasının ipotek verildiğini, adı geçenlerin bu krediyi şahsi işlerinde kullandıklarını, ayrıca kredi kullanılırken bankaya ibraz edilen imza sirkülerinin güncel olmadığını, basiretli tacir gibi davranmakla yükümlü olan davalı bankanın bu hususlara dikkat etmesi gerektiğini, ödenmeyen ana para borcunun 62.100,00 TL olduğunu ileri sürerek, müvekkilinin bu tutar kadar davalı bankaya borçlu bulunmadığının tespiti ile ipoteğin kaldırılmasını talep ve dava etmiş, yargılama sırasında dava konusu taksitler de ödendiğinden, ıslah yoluyla, bu kez davalı bankanın usulsüz kredi açmakla ortaya çıkan zarardan sorumlu olduğundan bahisle, 62.100,00 TL tutarındaki zararının tazminini talep etmiştir.
Asıl davada davalı banka vekili, usulsüz kredi kullandırılması gibi bir durum olmadığını, kredi işlemlerinin davacı odanın yetkilileri tarafından yapıldığını ve üst birliğin krediye onay verdiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Birleşen davada davacı … vekili, davalı oda tarafından, T. … A.Ş.’den çekilen kredi nedeniyle bankaya yapılan ödemeler kadar, müvekkili hakkında 12 adet dosyada toplam 78.446,57 TL tutarında icra takibi yapıldığını, yapılan ceza kovuşturmasında sonucunda müvekkili hakkında verilmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığını ileri sürerek, müvekkilinin davalı odaya borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada davalı oda vekili, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davacı oda başkanı … ve genel sekreter …’nın kredi başvuru evrakında tahrifat yaptıklarının ceza yargılamasında tespit edildiği, 5362 sayılı Yasa’nın 10. maddesi hükmü uyarınca, ipotek karşılığı kredi kullanılmasına karar verme yetkisinin genel kurula ait olduğu, genel kurul kararı olmaksızın sırf yönetim kurulu kararına ve üst birliğin muvafakatine dayalı olarak kredi veren davalı bankanın, basiretli bir tacir gibi hareket etmediği, bu itibarla davacı odanın söz konusu kredi borcundan sorumlu olmadığı, davacı odanın bu nedenle uğradığı zarardan, davalı bankanın, oda başkanının ve genel sekreterin zincirleme olarak sorumlu oldukları gerekçesiyle, asıl davanın kabulü ile toplam 62.100,00 TL’nin davalı bankadan tahsiline, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, asıl davada davalı banka vekili, birleşen davada davacılar vekili temyiz etmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl davada davalı banka vekili, birleşen davada davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, asıl davada davalı banka vekili, birleşen davada davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz eden asıl davada davalı … Bankası A.Ş.’den alınmasına, birleşen davada davacıların fazla yatırmış olduğu harcın istek halinde iadesine, takdir olunan 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin, asıl davada davalı bankadan ve birleşen davada davacılardan tahsili ile asıl davada davacı-birleşen davada davalı odaya ödenmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.03.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2020/2232
K. 2020/3243
T. 7.10.2020
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 25/03/2015 gününde verilen dilekçe ile 5362 sayılı Kanunun 50. maddesi gereğince yönetim kurulu üyeliğinin kendiliğinden düştüğünün tespitine ve aynı Kanun’un 52. maddesi gereğince yönetim kurulunun görevine son verilmesi istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 30/06/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ve davalı vekilince süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm temyiz itirazları reddedilmelidir.
2) Davacının temyiz itirazlarına gelince;
Dava, 5362 sayılı Kanun’un 50. maddesi gereğince yönetim kurulu üyeliğinin kendiliğinden düştüğünün tespiti ve aynı Kanun’un 52. maddesi gereğince yönetim kurulunun görevine son verilmesi talebine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, davalı odanın yönetim kurulu başkanı dava dışı …’ün … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/162 esas sayılı dosyasında resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verildiğini ve kararın kesinleştiğini, dolayısıyla dava dışı …’ün 5362 sayılı Kanun’un 50/1-c maddesinde yer alan seçilme yeterliliğini yitirdiğini, bunun üzerine davacı tarafından 5362 sayılı Kanun’un 50/2. maddesi gereğince gerekli işlemlerin yapılmasının davalı odaya bildirildiğini, ancak davalı odanın yönetim kurulunun davacının uyarılarına rağmen asli görevini yerine getirmediğini belirterek 5362 sayılı Kanun’un 50. maddesi gereğince yönetim kurulu üyeliğinin kendiliğinden düştüğünün tespiti ve aynı Kanun’un 52. maddesi gereğince yönetim kurulunun görevine son verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacının talebinin …’ün oda başkanlığı ve yönetim kurulu başkanlığı görevlerinin yasa gereği düştüğünün tespiti talebini de kapsadığı, oda yönetim kurulunca üyeliğin düşmesi nedeniyle yerine en çok oy alan yedek üyeden başlamak üzere yeni üyenin davetine ilişkin işlemler yönünden, oda yönetim kurulunun üzerine düşeni yapmamasının aynı yasanın 52. maddesine belirtilen amaç dışı faaliyet nedeniyle oda yönetim kurulu görevine son verilmesi koşulları arasında yer almadığı, yönetim kurulunun tamamının görevine son verilmesini gerektirir eylemlerin yasada açıkça, hiçbir şüpheye yer verilmeyecek şekilde sayılması gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, yönetim kurulu başkanının, oda yönetim kurulu üyeliğinin ve başkanlık görevinin düştüğünün tespitine, oda yönetim kurulunun görevine son verilmesine ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun oda yönetim kurulunun görev ve yetkilerini düzenleyen 11. maddesinin 1. fıkrasının a ve b bentlerinde, oda işlerini mevzuat ve genel kurul kararlarına uygun olarak yürütmek ile bakanlığın mevzuat gereği vereceği görevleri yerine getirmek oda yönetim kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.
Aynı Kanunun “seçilme şartları” başlıklı 50. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde “taksirli suçlar hariç olmak üzere iki yıldan fazla hapis cezasıyla cezalandırılmamış olmak, yahut affa uğramış veya tecil edilmiş olsalar bile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, evrakta sahtecilik, görevi kötüye kullanma, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, kaçakçılık, hileli iflas, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırmak, kara para aklama, Devlet sırlarını açığa vurma, terör, vergi kaçakçılığı veya vergi kaçakçılığına iştirak suçlarından dolayı hüküm giymemiş olmak” şeklinde düzenleme yapılmış olup evrakta sahtecilik suçundan mahkum olmamak seçilme yeterliliği olarak düzenlenmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrası “Seçilme şartlarından bir veya birkaçını taşımadığı sonradan anlaşılanlar ile bu şartlardan en az birini görev süreleri içinde kaybedenlerin üyelikleri kendiliğinden sona erer. Bu durumda üyeliğin düşmesi ve en fazla oy alan yedek üyeden başlamak üzere yeni üyenin üyeliğe davetine ilişkin karar ve işlemler yönetim kurulunca yerine getirilir” şeklinde düzenlenmiştir.
5362 sayılı Kanun’un 52. maddesinde ise esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının, kuruluş amaçları dışında herhangi bir faaliyette bulunamayacağı, kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteren veya bu Kanunda belirtilen asli görevlerini Bakanlığın uyarısına rağmen yerine getirmeyen esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevlerine son verilmesine ve yerlerine yenilerinin seçilmesine Bakanlığın veya bu kuruluşların bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, o yerdeki asliye hukuk mahkemesince karar verileceği, görevlerine son verilen organların yerine ise, bu Kanundaki usul ve esaslara göre, en geç bir ay içinde yapılacak genel kurul ile yenileri seçileceği ve yeni seçilen üyelerin, eskilerin süresini tamamlayacağı hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinde; davalı odanın yönetim kurulu başkanı dava dışı …’ün … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/162 esas sayılı dosyasında resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, bunun üzerine davacı bakanlık tarafından davalı odaya yazı yazılarak 5362 sayılı Kanun’un 50/1-c maddesi gereğince yönetim kurulu üyeliğinin düşmesine ve en fazla oy alan yedek üyeden başlamak üzere yeni üyenin göreve davet edilmesine ilişkin karar ve işlemlerin yönetim kurulu tarafından yerine getirilmesinin istenildiği, davalı oda tarafından dava dışı yönetim kurulu başkanı …’ün mahkumiyet kararına karşı kanun yollarına başvurduğunun bildirilmesi üzerine davacı bakanlığın kararın kesinleşmesini beklediği, dava dışı …’ün en son kanun yararına bozma istemi de reddedilince davacı tarafından yeniden 5362 sayılı Kanun’un 50/1-c maddesi gereğince yönetim kurulu üyeliğinin düşmesine ilişkin işlemlerin yapılmasının istenildiği, bu sırada dava dışı … tarafından davacı bakanlığa başvurulduğu ve işlemin geri alınmasının talep edildiği, davacı bakanlığın bu talebi reddetmesi üzerine … tarafından ret kararına karşı idare mahkemesinde iptal davası açıldığı, davalı oda tarafından ise … tarafından idare mahkemesinde iptal davası açıldığı ve yönetim kurulunun bu davanın sonucunun beklenilmesine karar verdiği hususunun davacıya bildirildiği, bunun üzerine davacı tarafından iptal davasının yürütmeyi durdurmayacağı ve yönetim kurulu üyeliğinin düşmesine ilişkin işlemlerin yapılması gerektiği davalıya yeniden bildirilmesine rağmen dava tarihi itibarıyla davalı odanın yönetim kurulunun görevini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Yargılama sırasında ise davalı odanın 22/04/2015 tarihli yönetim kurulu toplantısında dava dışı …’ün yönetim kurulu üyeliğinin 5362 sayılı Kanun’un 50/1-c bendi gereğince düşürülmesine ve en çok oy alan yedek üyeye davet kağıdı gönderilmesine karar verildiği görülmektedir.
Şu halde; dava dışı … hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan verilen mahkumiyet kararının kesinleşmesi ve davacı bakanlığın bildirimi üzerine 5362 sayılı Kanun’un 50/1-c maddesi gereğince yönetim kurulu üyeliğinin düşmesine ve en fazla oy alan yedek üyeden başlamak üzere yeni üyenin göreve davet edilmesine ilişkin karar ve işlemlerin yönetim kurulu tarafından yerine getirilmesi gerektiği, bu hususun kanunun 11. maddesi gereğince yönetim kurulunun asli görevi olduğu, 5362 sayılı Kanun’un 52. maddesinde asli görevini Bakanlığın uyarısına rağmen yerine getirmeyen organın görevine son verilmesine karar verilebileceği, davacı tarafından en son iptal davasının yürütmeyi durdurmayacağı bildirilmesine rağmen yönetim kurulunun asli görevini dava tarihi itibarıyla yerine getirmediği ve dolayısıyla davacının talebinde haklı olduğu anlaşılmaktadır.
Şu durumda mahkemece; davacı bakanlığın uyarısına rağmen yönetim kurulunun asli görevini yerine getirmediği anlaşıldığından aynı Kanun’un 52. maddesi gereğince yönetim kurulunun görevine son verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle bu husustaki istem reddedilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, davalının temyiz itirazlarının ilk bentte belirtilen nedenlerle reddine 07/10/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/641
K. 2010/1277
T. 15.02.2010
Davacı F2 Odası vekili Avukat K1 tarafından, davalı F1 Derneği aleyhine 27/07/2007 gününde verilen dilekçe ile haksız rekabetin önlenmesi istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; aktif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine dair verilen 10/04/2008 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, Borçlar Yasası’nın 48. maddesine dayalı haksız rekabetin önlenmesi isteğine ilişkindir. Yerel mahkemece, davacı esnaf odasının, dava açma konusunda aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle, istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Davacı F2 Odası, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkar Meslek Kuruluşları Yasası’na tabi olarak faaliyet gösteren ve kamu tüzel kişiliği bulunan bir meslek örgütüdür. Davalı ise F1 Derneği (F1) adı ile ve dernek statüsü ile faaliyet gösteren bir meslek örgütüdür. Davalı dernek tarafından “X1” adı altında otomobil sahiplerinin araçlarının bakım ve tamirlerini yetkili servislerde yaptırmalarının daha güvenli olacağına ilişkin bir tanıtım kampanyası başlatılmıştır. Davacı F2 Odası yazılı ve görsel basında yapılan bu kampanyanın aynı konuda faaliyet gösteren oda üyesi işyerleri yönünden haksız rekabet oluşturduğu iddiası ile bu kampanyanın önlenmesini istemektedir.
5362 Sayılı Yasa’nın 11/f maddesinde Oda yönetim kuruluna “Oda üyelerinin çalışma konularına giren hususlarda haklarını korumak için resmî ve özel kuruluşlar nezdinde girişimlerde bulunmak, üyelerinin meslekî menfaatlerini ilgilendiren konularda, adli ve idari yargı mercileri önünde Oda başkanı marifetiyle Odayı temsil etmek.” görev ve yetkisi verilmiştir. Bu yasal düzenleme uyarınca davacı Oda’nın, üyesi olan işyerlerinin mesleki faaliyet alanına yönelen ve onlarla rakip durumunda olan davalı dernek üyeleri yararına yürütülen kampanyanın haksız rekabete ilişkin düzenlemeler uyarınca önlenmesini isteme hak ve yetkisi vardır.
Davalı dernek tarafından tek bir kişi yararına veya zararına yapılan bir eylem söz konusu olmayıp belirli bir meslek grubunu hedef alan bir kampanya söz konusudur. Bu nedenle aynı alanda faaliyet gösteren meslek grubunu temsil eden davacı Oda’nın dava açma ehliyeti bulunduğu kabul edilerek işin esası incelenmelidir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, yerinde olmayan gerekçeyle davanın husumet yönünden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 15/02/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/2548
K. 2012/16268
T. 9.7.2012
Davacı vekili, müvekkilinin davalı yanında 17/04/2006 tarihinde işe başladığı ve iş sözleşmesi feshedilene kadar garson olarak çalıştığı, müvekkilinin iş akdinin işveren tarafından Ankara 17. Noterliğinin 14/12/2010 tarih, 29618 yevmiye nolu ihtarnamesi ile “İş sözleşmeniz Konfederasyonumuz Yönetim Kurulunun 26/11/2010 tarih, 3 sayılı toplantısında alınan 10 nolu karar gereğince 30/11/2010 tarihi itibariyle feshedildiğini ihtar ederiz” denmek suretiyle iş sözleşmesinin feshedildiği, ancak fesih nedeninin açık ve kesin olarak bildirilmediğini belirterek; müvekkilinin işe iadesine, feshin geçersizliğinin tesbitine, işe başlatılmaması halinde dört aylık tazminat miktarının belirlenmesine ve çalışmadığı süre için sekiz aylık ücret tutarında tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili müvekkili kurumun 5362 sayılı Kanun’un 34. maddesi gereğince kamu kurumu niteliğinde olduğunu, mevcut kadro cetvelinin değiştirilmesi yeni kadrolar tahsis edilmesi görev ve unvana göre sayısının belirlenmesi, sözleşme ile uzman personelin istihdam edilmesi konusunda genel kurulunun yönetim kurulunu yetkili kıldığını, müvekkili kurumun yeniden yapılanma projesi kapsamında etkin ve verimli çalışmasının sağlanmasının amaçlandığını, davacının iş gücüne ihtiyaç duyulmadığını, emekliliği hak kazanan personelin öncelikle işine son verildiğini, ayrıca akraba ve karı koca olanlara dikkat edildiğini, yeniden yapılandırma kapsamında istihdam fazlası olan personelin işine son verildiğini, davacıdan açılan kadro da başka bir eleman istihdam edilmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, “davacının belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalıştığı, işyerindeki kıdeminin 6 aydan fazla olduğu, davalı işyerinde 30’dan fazla işçi çalıştığı, bu durumda davacı tarafın işe iade davası açma koşullarının oluştuğu, davalı tarafça fesih bildirimiyle özetle “İş sözleşmeniz Konfederasyonumuz Yönetim Kurulunun 26/11/2010 tarih, 3 sayılı toplantısında alınan 10 nolu karar gereğince 30/11/2010 tarihi itibariyle feshedildiğini ihtar ederiz” gerekçesiyle davacının iş aktinin feshedildiği, 4857 sayılı İş Kanununu 18/f-1. maddesine göre “…belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.” hükmünün yer aldığı, yine 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre “… işçinin belirsiz süreli iş akdinin feshi için mutlaka haklı bir sebebe dayalı olması gerektiği …” nin belirtildiği, fesih bildirimiyle kadro sayısının azaltılması ve tasarruf nedeniyle iş sözleşmesinin feshedildiği belirtilmesine karşın yargılama aşamasında verilen yanıt dilekçesiyle fesih sebeplerinin değiştirildiği, fesih sebep ve gerekçesiyle bağlılık ilkesi gereği fesih nedeninin değiştirilemeyeceği, bunun yanısıra davalı işyerinde işçi azaltma yoluna gidilirken hangi objektif kriterlere uyularak neden davacının tercih edilerek işten çıkartıldığı ortaya konmamış, keza davacı işçinin iş yerinde başka bir işte veya başka koşullarla çalıştırılma olanağının yani feshin son çare olması ilkesinin de gözetilmediği, davalı işyerinde istihdam sayısı yeniden belirlenirken hangi bilimsel kriterler esas alınarak belirleme yapıldığı konusunda davalı işverence geçerli bir delil sunulmadığı gibi feshe dayanak yapılan tasarruf amacı ile alındığı belirtilen ve iş akti feshine neden olan bağlı işletme kararının tutarlı bir şekilde uygulamaya konulmadığı, bu nedenlerle davalı işverence yapılan fesih işleminin hukuki dayanağının bulunmadığı anlaşılmakla davanın kabulüne karar verilmesi uygun bulunmuştur.” gerekçesi ile davanın kabulüne hüküm kurulmuştur.
Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif dayanak 4857 sayılı Kanun’un 18. ve devamı maddeleridir. 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
İşletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler; sürüm ve satış olanaklarının azalması, talep ve sipariş azalması, enerji sıkıntısı, ülkede yaşanan ekonomik kriz, piyasada genel durgunluk, dış pazar kaybı, hammadde sıkıntısı gibi işin sürdürülmesinin olanaksız hale getiren işyeri dışından kaynaklanan sebeplerle yeni çalışma yöntemlerinin uygulanması, işyerinin daraltılması, yeni teknolojinin uygulanması, işyerinin bazı bölümlerinin kapatılması ve bazı iş türlerinin kaldırılması gibi işyeri içi sebeplerdir.
İşletmenin, işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan sebeplerle sözleşmeyi feshetmek isteyen işverenin fesihten önce fazla çalışmaları kaldırmak, işçinin rızası ile çalışma süresini kısaltmak ve bunun için mümkün olduğu ölçüde esnek çalışma şekillerini geliştirmek, işi zamana yaymak, işçileri başka işlerde çalıştırmak, işçiyi yeniden eğiterek sorunu aşmak gibi varsa fesihten kaçınma olanaklarını kullanması, kısaca feshe son çare olarak bakması gerekir.
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Somut olayda, davacının iş sözleşmesi, davalı konfederasyonun bütçe imkanlarının yetersizliği dikkate alınarak, tasarruf sağlanması amacıyla yönetim kurulu kararı doğrultusunda alınan işletmesel karar gerekçesi ile feshedilmiştir. Davalı taraf feshe dayanak olan, genel kurulda yeniden yapılanmaya ilişkin alınan ve kadro cetvelinin görevin niteliği ve hacmi dikkate alınarak değiştirilmesi, mevcut kadro ünvanlarının iptal edilmesi, yeni ünvanların ihdas edilmesi, görev ünvanlarına göre kadro sayısının belirlenmesi ve sözleşmeyle uzman personel istihdam edilmesi konularını düzenleyen işletmesel karar, yeniden yapılandırma planı çalışması, personelin emekliliğe hak kazanma tarihlerine dair liste ve diğer belgeler sunulmuştur.
Her ne kadar mahkemece davanın kabulü ile davacının işe iadesi yönünde hüküm kurulmuşsa da, davalı tarafça alınan işletmesel kararın tutarlı olarak uygulanıp uygulanmadığı, feshin son çare olması ilkesine uyulup uyulmadığı konusunda yeterli araştırmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır. Tutarlılık ve ölçülülük denetimi kapsamında,
işverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı, feshin kaçınılmaz olup olmadığı, davacının çalıştığı işyerinin neresi olduğu, kapatılıp kapatılmadığı, davacının aynı veya başka bir birimde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, davalı işvereni işten çıkarılacak işçilerin belirlenmesinde kendisini bağlayan kurala uyup uymadığı yönünden somut olarak araştırma yapılmalıdır. Bunun için de işletmesel karara ilişkin belgelerin yanında, işletmede veya işyerinde çalışan tüm işçilerin görev tanımları, işletme, işyeri organizasyon şeması, işten çıkarılacak işçilerin, işyeri şahsi sicil dosyası, görev tanımları ve çalıştıkları bölümleri gösteren kayıtlar ile fesihten önce ve sonrasını kapsayacak şekilde işçi alımı ve çıkarılmasını gösteren işyeri Sosyal Güvenlik Kurumu bildirgeleri, davalı işyerine ait tasarruf tedbiri alınmasına neden olan fesih öncesi ve sonrasına ilişkin mali durumunu gösteren mali bilançolar getirilmeli, işyerinde keşif yapılarak, özellikle işletmenin faaliyet alanını ve iş organizasyonunu bilen uzman bilirkişiler aracılığı ile yeniden inceleme yapılmalı ve feshin yukarda belirtilen ilkelere göre geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı net olarak belirlenmelidir. Mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 09.07.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/7184
K. 2013/8793
T. 21.05.2013
Dava dilekçesinde, Oda yönetim kurulunun görevden alınması istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının davanamesinde; Kayseri Şoförler ve Otomobilciler Odasında yöneticilerinin olağanüstü genel kurul toplantısını yapmadıklarını ileri sürerek, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından verilen talimatı yerine getirmeyen Oda Yönetim Kurulu üyelerinin 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun 58.maddesi gereğince odadaki görevlerinden alınmalarını istemiş, mahkemece davanın kabulü yolunda hüküm kurulmuştur.
5362 Sayılı Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun dayanağı Anayasanın 135. maddesi olup, bu Kanunun 1. maddesinde odaların; üyelerinin müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, mensuplarının birbirleri ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere mesleki disiplin ahlak ve dayanışmayı korumak ve bu kanunda yazılı hizmetler ile mevzuatla odalara verilen görevleri yerine getirmek amacıyla kurulan, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları oldukları hususuna yer verilmiş, aynı Yasanın 9. maddesinde oda organları gösterildikten sonra 11. maddesinde de oda organları arasında sayılan yönetim kurulunun görevleri sayılmıştır. Öte yandan aynı Yasanın 52. maddesi, kuruluş amaçları veya kanunda belirtilen asli görevlerini Bakanlığın yazılı uyarısına rağmen yerine getirmeyen oda, borsa veya birlik organlarının görevlerine son verilmesine ve yerlerine yenilerinin seçtirilmesine, Bakanlığın veya bunların bulundukları ildeki Cumhuriyet Savcısının istemi üzerine, o yer Asliye Hukuk Mahkemesince karar verileceği belirtilerek bu davanın dayanağı gösterilmiştir. Bu Yasa ve mevzuat metinlerinden de anlaşılacağı gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından olan odalar ve dolayısıyla odaların organları anayasal teminat altında olup, bu organların görevden alınmaları sıkı şartlara bağlanmıştır. Bakanlığın ya da Cumhuriyet Savcısının oda organlarının görevden alınmasını isteyebilmesi, kuruluş amaçlarının yerine getirilmemesi veya kanunda belirtilen aslî görevlerini yapmamaları şartlarına bağlıdır.
Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; 5362 sayılı Yasanın 44/b fıkrası uyarınca odaya kayıtlı üyelerin ¼ ünün noter onaylı yazılı başvurusuyla olağanüstü genel kurul toplantısı yapılmasını isteme haklarının bulunduğu, davalı Odanın 601 üyesinin olduğu, bunlardan 195 inin genel kurul yapılması için Odaya müracaat ettiği ve daha sonra 52 üyenin bu talebinden vazgeçtiği, feragat iradesi ilgili muhatabına ulaşmakla hüküm ifade edeceği gözetildiğinde kanunun aradığı ¼ çoğunluğa ulaşılamadığı anlaşılmaktadır. O halde mahkemece yasal koşulları bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yolunda hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.05.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/14420
K. 2013/1098
T. 22.1.2013
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
– K A R A R –
Davacı vekili, davacı aleyhine yapılan icra takibine konu senedin sadece başkan … tarafından imzalandığını, yasa gereği genel sekreterin imzasının da bulunması gerektiğini, tek imzanın davacıyı bağlamayacağını belirterek davacının borçlu olmadığının tespiti ile en az % 40 kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın yasal süresinde açılmadığını, icra takibine dayanak senedin kredi borcuna istinaden iyiniyetli olarak alındığını, 5362 sayılı Kanunun 54. maddesine göre başkanın imzasının bulunmadığı durumlarda başkan vekili ile birlikte genel sekreterin müşterek imzalarının gerektiğini belirterek davanın reddine ve en az % 40 kötü niyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere göre davacının 5362 sayılı Kanunun 54. maddesine göre sadece başkan imzası ile temsil edilemeyeceği, başkan imzasının yanında genel sekreter imzasının da bulunması gerektiği, takibe konu senette sadece davacının o zamanki başkanının imzasının bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulune, koşulların oluşmaması nedeniyle kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 22.01.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2020/5432
K. 2022/423
T. 19.1.2022
DAVACI: KARAMAN ESNAF VE SANATKAR ODALAR BİRLİĞİ
VEKİLİ: AV. K1
DAVALI: F1BANK T.A.Ş.
VEKİLİ: AV. K2
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada Karaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 30.11.2018 tarih ve 2017/6 E- 2018/431 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi’nce verilen 06.03.2020 tarih ve 2020/20 E- 2020/335 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi K3tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalı banka tarafından davacı odaya ait gayrimenkul üzerinde 1. derecede 210.000.00 TL bedelle davalı lehine tesis edilen ipoteğin paraya çevrileceğinin ihtaren bildirildiğini, davacı odanın yapmış olduğu işlemlerde çift imza kuralının geçerli olduğunu, davacı oda ve davalı banka arasında imzalanan ipotek resmi senedi incelendiğinde davacı oda adına yalnızca dönemin oda başkanı K4’in imza attığını, bu nedenle davalı lehine olan ipoteğin davacı açısından bağlayıcı olmadığını belirterek davalı lehine tesis edilen ipoteklerin kaldırılmasına, yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, davacının hissedarı olduğu şirketin kullandığı kredinin teminatı olarak verilen ipotekler sebebiyle dava dışı şirketin borçlarını ödemediği veya ödeyemeyeceğinin anlaşılması sonrasında ipoteğin tesisinden 7 yıl ve davacı oda başkanının vefatından sonra, ipoteğin kurulması sırasındaki şekil eksikliğini ileri sürmenin TMK’nın 2. maddesinde belirtilen dürüstlük kuralına aykırılık taşıdığı, ipotek resmi senedine tek başına imza atmak suretiyle odayı borçlandıran eski başkanı hakkında hiçbir cezai ve hukuki girişimde bulunulmadığı, oda başkanının tek başına birliği ilzam etmeye (borçlandırmaya) yetkisinin bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, işbu karara karşı davacı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunun 54/4.maddesi uyarınca Esnaf ve Sanatkârlar meslek kuruluşlarının, başkan veya başkan vekili ile genel sekreterin müşterek atacakları imzalarının bağlayıcı olduğu, dava konusu resmi senette davalı banka lehine verilen ipotekte Odalar Birliği başkanının imzasının bulunmasına rağmen Odalar Birliği genel sekreterinin imzasının bulunmadığı gerekçesiyle, ilk derece mahkemesi tarafından davanın kabulüne ilişkin verilen karar usul ve yasaya aykırı bulunarak, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nın 353/(1)-b-2.maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne karar verilmiştir.
İşbu karara karşı, davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur.
Dava, genel kredi sözleşmesine dayalı olarak davacıya ait taşınmazlar üzerine davalı lehine konulan ipoteklerin kaldırılması istemine ilişkindir.
Davaya konu 27/01/2010 tarihli 1124 yevmiye nolu resmi senedin incelenmesinde, Karaman ili, Merkez A1 Mahallesi, 1061 Ada, 29 Parsel’de 4/560 arsa paylı 2.kat 31, 32, 33, 34, 35, 36 ve 37 no’lu büroların tamamının F2 Odaları Birliği adına kayıtlı olup anılan taşınmazlar üzerinde Birliği temsilen yönetim kurulu başkanı K4’in münferit imzasıyla F1bank T.A.Ş. lehine 1. dereceden 210.000,00 TL bedelle ipotek tesis edildiği anlaşılmıştır.
Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü’nce 25/01/2010 tarih B.14.4.İLM.0.70.00.01/15-9/87 sayılı tapu müdürlüğüne yazılan yazıda 03/04/2007 tarih 4 sayılı birlik yönetim kurulu kararı ile de birlik başkanlığına K4’in seçildiği anlaşılmıştır.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun “Başkan, Temsil ve İlzam başlıklı” 54/4. maddesinde, “Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarını temsil ve ilzama başkan yetkilidir. Başkanın bulunmadığı zamanlarda, yönetim kurulunca yetkilendirilmiş olan başkan vekili temsil ve ilzam görevini ifa eder. Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarını, başkan veya başkan vekili ile genel sekreterin müşterek imzaları bağlar” düzenlemesi yer almaktadır. Keza kanun maddesinin gerekçesinde, “Bu madde ile daha önce farklı bölüm ve maddelerde düzenlenen hükümler tek madde altında düzenlenmiş olup, esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarını temsil ve ilzama genel kurulda seçilen yönetim kurulu başkanlarının yetkili olduğu, başkanın herhangi bir sebeple görevden ayrılması durumunda başkanın nasıl belirleneceği, başkanın bulunmadığı zamanlarda kimlerin temsil ve ilzama yetkili bulunduğu düzenlenmiştir”. ifadelerine yer verilmiştir.
Anılan kanun maddesinin bütünü gerekçesiyle birlikte yorumlandığında, kanun kapsamındaki birliklerin yönetim kurulu başkanlarının tek başına birliği temsil ve ilzam etmeye yetkili oldukları, başkanın bulunmadığı hallerde ise başkanvekili ile genel sekreterin müştereken atacakları imza ile birliği temsil ve ilzam edebilecekleri açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı birlik adına yönetim kurulu başkanı K4 tarafından davalı banka adına tesis edilen ipoteklerin geçerli ve davacıyı bağlayıcı nitelikte olduğunun kabulüyle ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, davalı vekilinin temyiz itirazının kabulüyle Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 19/01/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2020/2191
K. 2021/2712
T. 22.3.2021
MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 11. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 22.06.2017 tarih ve 2016/299 E- 2017/299 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine , istinaf isteminin esastan reddine dair İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nce verilen 11.03.2020 tarih ve 2017/1798 E- 2020/384 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin uzun süreden beri Uşak ilinde sarraflık yapan bir esnaf olduğunu, Uşak Sarraflar Odası ve oda başkanı davalının Uşak ilinde altın tamirciliği yapan … ile bilezik imalatı yapan…’e, davacı ile çalışmamaları aksi taktirde bütün oda mensuplarının kendileri ile çalışmayacağını söyleyerek baskı yaptığını, dava dışı … ile…’in bu durumu davacı şirket yetkililerine anlattığını, bilezik imalatı yapan …’in bu baskılardan çekindiği için müvekkili ile çalışmayacağını beyan ettiğini, bu ilde tek bilezik imalatçısı olan kişinin müvekkili ile çalışmaması nedeniyle müvekkilinin işlerini şehir dışındaki imalatçılara yaptırmak zorunda kaldığını, davalıların bu fiilleri neticesinde davacı müvekkilinin işlerinin işleyiş ve tedarik yönünden sıkıntı yaşadığını ve maddi zarara uğradığını, müşterilerine taahhütlerini yerine getiremeyerek marka değerinin zarar görmesi sonucu ile karşılaşarak manevi olarak ağır zarar gördüğünü ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000.- TL maddi, tazminatın 40.000.- TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili, davacının iddialarının gerçek dışı olduğunu, Uşak ilinde toplam 5 tane altın tamircisi, 3 tane bilezik imalatçısı olduğunu, ayrıca dışarıdan toptancılar geldiğinden davacının ihtiyacını bunlardan temin edebileceğini, davalı Odanın davacıya bir kastı olmadığını, hizmet vermeyi kesmediğini, davacının zararını ve zarar verenin kusurunu, kişilik haklarının zedelendiğini ispatlaması gerektiğini, haksız fiilin tarihinin belirsiz olup zamanaşımı itirazlarında bulunduklarını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasında altın satış kuralları nedeniyle ihtilaf oluştuğu, davacının ticari itibarını ve işlerini zedeleyecek düzeyde altın imalatı ve tamiratı yapan şahıslara ciddi şekilde baskı yapıldığına dair bulgu elde edilemediği, davacı tanığı ve kendisine baskı yapıldığını iddia eden tanığın beyanlarında maddi ve manevi tazminatı gerektirecek ciddi baskı yapıldığı yönünde bulgu olmadığı, baskı yapıldığı iddia edilen kişinin davacı şirketle çalışmayı bırakmadığı gibi başkalarının da çalışmayı bıraktığını duymadığını, diğer tanıkların da imalat ve tamircilik yapan şahıslara bu konuda baskı yapıldığını duymadıklarını beyan ettikleri, davacının iddia ettiği olaylar nedeniyle müşteri kaybettiğini ve kişilik haklarının zedelendiğini ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili istinaf yoluna başvurmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesinde; taraflar arasında altın satış kuralları nedeniyle ihtilaf oluştuğu, davacının ticari itibarını ve işlerini zedeleyecek düzeyde altın imalatı ve tamiratı yapan şahıslara davalılarca ciddi şekilde baskı yapıldığına dair delil elde edilemediği, kendisine baskı yapıldığı iddia edilen kişinin ve aynı ilde bu işi yapan kişilerin davacı şirketle çalışmayı bırakmadığı gibi aynı şehirde başka altın tamirciliği ve bilezik imalat işi yapan şahısların da bulunduğu, tarafsız tanık beyanları ile iddia edilen baskıların olduğuna dair delil elde edilemediği, davacının uğradığını iddia ettiği zararlara ilişkin delil sunamadığı ve müşteri kaybettiğine dair iddialarını ispatlayamadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, haksız rekabet nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, davalı meslek odasının başkanı olan diğer davalının, Uşak ilinde bulunan altın imalatcısı ve tamircilerine, sarraflık yapan davacı şirket ile çalışılmaması yönünde baskı yaptığını ileri sürerek haksız rekabetten kaynaklanan tazminat isteminde bulunmuş, mahkemece haksız rekabet oluşturacak nitelikte eylemin ve haksız rekabetin sebep olduğu zararın ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacının istinaf başvurusu bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddedilmiştir.
6102 sayılı TTK’nın 54. maddesinde belirtildiği üzere, haksız rekabete ilişkin hükümlerin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır. Kanunun “dürüstük kuralına aykırı davranışlar ve ticari uygulamalar” başlığı altında haksız rekabet hallerinin örnek mahiyetinde sayıldığı bu bağlamda, TTK ve 55-1-a’da “Dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırı davranışlar”; aynı madde ve fıkranın b bendinde ise “Sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek” hali haksız rekabet teşkil eden eylemlerden sayılmıştır. Ayrıca, Türk Medeni Kanunu, tüzel kişilerin sorumluluğu meselesine tüzel kişilerle ilgili hükümler arasında genel olarak değinmiştir. Türk Medeni Kanununun 50’nci maddesinin ikinci fıkrasında “Organlar, hukuki işlemleri ve diğer bütün fiilleriyle tüzel kişiyi borç altına sokar” demektedir. Doktrin ve mahkeme kararları, bu hükme dayanarak, tüzel kişilerin akdi ve akit dışı sorumluluklarını kabul etmektedir.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, davacı tanıklarından … “üç seneden beri Yamalıoğlu şirketinin altın tamirat işlerini yaptığını, 2016 yılı içinde davalılardan …’ın, davacı şirket ile bundan sonra iş yapmamasını söylediğini, kendisinin de bu hususu davacı şirkete ve çalışanlarına aktardığını, ancak davacı şirket ile iş yapmaya devam ettiğini, bundan dolayı başka kişilerin davacı şirket ile çalışmayı bıraktıklarını duymadığını, kendisinin Esnaf Odası Başkanı…’ın söylediklerini davacıya aktardığını’”, beyan etmiş olup, davacı tanığının bu beyanı, davalı …’ın eyleminin 6102 sayılı TTK’nın 55. maddesinde ifade edilen “Sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek” şeklindeki haksız rekabet halini oluşmaktadır.
Davacının dosyaya sunduğu faturalardan söz konusu fiilden ötürü Uşak ilinin dışından tedarikte bulunmak zorunda kaldığı da anlaşılmakla, davacının somut maddi zararının tespiti, davacının maddi zararı somut olarak tespit edilemezse; 6098 sayılı TBK’nın 50/2 maddesi uyarınca mahkemece, maddi zararın karşılığı olarak maddi tazminatın takdir edilmesi ve ayrıca davalıların eyleminin davacı şirketin tüzel kişiliğinin ticari itibarına zarar verdiği değerlendirilip davacı lehine manevi tazminata da hükmedilmesi gerekirken, hatalı değerlendirmeye ve eksik incelemeye dayalı olarak verilen davanın reddi kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddedilmesi isabetli olmamış olup, bu nedenle bölge adliye mahkemesi kararının davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz istemlerinin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı yararına BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 22.03.2021
tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞIOY
Dava, haksız rekabet eylemine dayalı maddi-manevi tazminat istemine ilişkindir.
Toplanan delillerle davalı …’ın, TTK’nın 55/1b maddesinde belirtildiği şekliyle, Uşak ilinde kuyumculuk alanında faaliyet gösteren davacı şirket ile çalışmamaları için aynı ildeki davadışı bir kısım kuyumcu esnafına etkide bulunduğu, anılan davalının yaptığı baskı sonucunda bu kişilerden bazılarının davacı şirket ile çalışmayı sonlandırdıkları, bu nedenle davacının aynı işleri il dışından başkaca kişilere yaptırmak zorunda kalması nedeniyle açıklanan haksız rekabet eylemine dayalı olarak maddi-manevi zarara uğradığı sabittir. Bu bakımdan anılan her iki davalı bakımından da davanın esastan reddine yönelik ilk derece mahkemesi kararının ismi anılan davalı bakımından bozulmasına yönelik karara katılmaktayız.
Ancak, davalı … tarafından gerçekleştirilen haksız rekabet eyleminden diğer davalı esnaf odası başkanlığının da maddeten yahut hukuken sorumlu tutulmasını gerektirici nedenlerin bulunmadığı kanısındayız. Davalı …, 5362 sayılı Kanun’un 54. maddesi uyarınca başkanı sıfatıyla esnaf odasını temsil ve ilzam etmekte ise de toplanan delillerden de anlaşıldığı üzere, davalı gerçek kişi tarafından gerçekleştirilen eylemin esnaf odası faaliyetlerinin gereği olarak yahut bu faaliyetin icrası sırasında ortaya çıkan bir fiil olduğu söylenemeyeceği gibi oda başkanlarının, 5362 sayılı Kanunun 9. maddesi dairesinde tek başına “organ” vasfı bulunmadığı ve mahsus mevzuatta oda başkanlarının haksız fiillerinden ötürü 5362 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca kamu kurumu niteliğini taşıyan oda tüzel kişiliğinin sorumlu tutulmasına ilişkin bir hüküm bulunmadığı gözetildiğinde, davalı Esnaf Odasının, TMK’nın 50/2. maddesine dayalı olarak diğer davalının haksız rekabet eyleminden ötürü sorumlu tutulması mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, davalı Uşak Sarraf ve Kuyumcular Esnaf Odası bakımından davanın reddi gerektiği ve mahkeme kararının bu gerekçe ile onanması görüşünde olduğumuzdan Daire çoğunluğunun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2020/2529
K. 2020/4438
T. 26.10.2020
MAHKEMESİ: BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen davada Manavgat 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 06.10.2017 tarih ve 2016/109 E- 2017/723 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nce verilen 13.09.2018 tarih ve 2018/53 E- 2018/1324 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalı bankanın icra takibine dayanak yaptığı 27.9.2012 ve 12.8.2013 tarihli genel kredi sözleşmelerinde davacı Oda Başkanlığı’nın eski başkanı tarafından 28.2.1997 tarihli yönetim kurulu kararına dayanarak davacıyı temsilen müşterek müteselsil kefil olduğunu ancak 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun gerek 54. maddesi gereği oda başkanı ile birlikte genel sekreter imzasının zorunlu olduğunu gerekse de Kanun’un 22. maddesi uyarınca bağlı olduğu birlikten muvafakat alınması gerektiği halde Kanun’a aykırı olarak dava dışı eski oda başkanı tarafından davacının borçlandırılığını belirterek icra takibinden dolayı davacının borçlu olmadığının tespiti ile %20 kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava dışı şirket ve davalı banka arasında akdedilen genel kredi sözleşmesine davacı odanın kefaleti nedeni ile davacının ortak olduğu ve kredi kullandırılan dava dışı şirketten ipotek teminatı alınmaksızın kredi kullandırıldığını, kredi sözleşmelerinde davacı oda başkanının imzası ve odanın mührü bulunduğunu, davacı odanın kredi sözleşmesinin yapılmasından 3-4 yıl sonra kefaletin geçersizliğini ve borcu bulunmadığını öne sürmesinin hukuka aykırı ve kötü niyetli olduğunu savunarak davanın reddini ve davacı aleyhine kötüniyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, davalı banka ile dava dışı şirket arasında akdedilen genel kredi sözleşmelerini davacı oda başkanlığı adına o dönemki oda başkanı …’ın imzaladığı, 5362 sayılı Kanun’un 54.maddesi uyarınca meslek kuruluşunun borç altına girebilmesi için başkan veya başkan vekili ile genel sekreterin müşterek imzalarının gerektiği, dava konusu icra takip dosyasına konu genel kredi sözleşmesinde kefil sıfatı ile sadece davacının o dönemde görevli başkanının imzasının bulunduğu, davacının bu şekilde borç altına girmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hükme karşı davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince,5362 Sayılı Kanun’un 54/3-son maddesi uyarınca, Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşlarını, temsil ve ilzamda başkan veya başkan vekili ile genel sekreterinin müşterek imzalarının bağlayacağının hüküm altına alındığı, davaya konu edilen kredi sözleşmesi altındaki davacı kefaletinin ise sadece oda başkanının imzası ile sağlandığı, sözleşme altında başkaca imza bulunmadığı, bu haliyle davacıyı temsil ve ilzam yönünden yasanın aradığı kefalet şartının oluşmadığının anlaşıldığı, her ne kadar davalı vekilince yasa maddesinde bahsi geçen “veya” ibaresinin başkanın olmadığı hallerde, ancak başkan vekili ve genel sekreterin bir araya gelmesi halinde çift imza gerektiği iddia olunmuş ise de, yasa metninin açıkça başkan ve genel sekreterin imzasının birlikte bulunmasını zorunlu kıldığı, davacı odanın o dönem oda başkanı olan …’ın tek başına imzaladığı kefalet taahhüdü ile davacıyı ilzam etmeyeceğinden davacının davalı banka alacağından sorumlu olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle maddi hukuka ve muhakeme hukukuna uygun bulunan Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/53 esas ve 2018/1324 karar sayılı 14.09.2018 tarihli kararının ONANMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 7.440,56 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 26/10/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E. 2015/11501
K. 2015/14853
T. 20.10.2015
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
Dava dilekçesinde, itirazın iptaline karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece talebin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı odanın 01.02.2007 ile 01.02.2010 yılları arasında yönetim kurulu başkanlığı görevini yürüttüğünü, aylık ücret veya huzur hakkı ödemesi kendisine yapılmaması nedeniyle icra takibinde bulunduğunu ileri sürerek itirazın iptali ve icra inkar tazminatı istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 56. maddesinde “Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının yönetim kurulu üyelerinin huzur hakları, yönetim kurulu başkanı ve başkan vekilleri ile denetim kurulu ve disiplin kurulu üyelerine verilecek aylık ücretler ile merkez dışından genel kurul, başkanlar kurulu, yönetim kurulu, denetim kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılacak üyelere ve bunların görevlendirilmelerinde ödenecek yolluk ve konaklama ücretleri, aşağıda belirtilen hadleri aşmamak kaydıyla ilgili esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının genel kurullarınca belirlenir.
a) Yönetim kurulu başkanlarına;
Odalarda üye sayısı 100-500 olan odalarda asgari ücret, 501-1500 olan odalarda asgari ücretin iki katı, 1501-3000 olan odalarda asgari ücretin üç katı, 3001-10000 olan odalarda asgari ücretin dört katı, 10001 ve daha fazla üyesi olan odalarda asgari ücretin beş katı,
Birliklerde üye oda sayısı 25’e kadar olanlarda asgari ücretin üç katı, 26-50 olanlarda asgari ücretin dört katı, 51-100 olanlarda asgari ücretin beş katı, 101-150 olanlarda asgari ücretin altı katı, 151 ve daha fazla olanlarda asgari ücretin yedi katı,
Federasyonlarda üye oda sayısı 50’ye kadar olanlarda asgari ücretin beş katı, 51-100 olanlarda asgari ücretin altı katı, 101 ve daha fazla olanlarda asgari ücretin yedi katı,
Konfederasyonda Genel başkana asgari ücretin on katı,
b) Yönetim kurulu başkan vekillerine; (a) bendinde belirtilen miktarların 2/4’ü,
c) Denetim kurulu üyelerine; (a) bendinde belirtilen ücretlerin 1/4’ü,
d) Disiplin kurulu üyelerine; (a) bendinde belirtilen ücretlerin 1/4’ü,
Aylık ücret,
e) Aylık ücret almayan yönetim kurulu üyelerine katıldıkları toplantı başına (a) bendinde belirtilen ücretlerin 1/5’i huzur hakkı,
Alırlar. Bu ücretler brüt asgari ücret üzerinden net olarak ödenir.
Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının yetkili organ üyelerinin yurt içi harcırahları, asgari ücretin 1/5’inden, yurt dışı harcırahları ise en yüksek devlet memuruna ödenen günlük harcırahtan fazla olamaz.
Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarında birden fazla organda görevli olanlar, bu görevlerine ait ücretlerden yüksek olanı alırlar. Organ üyeleri, meslek kuruluşları iştiraklerinden en fazla birinden ücret alabilirler.
Aylık ücret alanlara huzur hakkı ödenmez.
Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşları personelinin işe alınmalarına ve ücretlerinin belirlenmesine yönetim kurulu karar verir.”
Bu yasal düzenleme uyarınca, yönetim kurulu başkan ve üyelerine aylık ücret veya huzur hakkı verilmeyeceğine ilişkin hüküm bulunmadığı gibi, aksine yönetim kurulu başkan ve üyelerine aylık ücret veya huzur hakkının miktarının tayini bakımından esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının genel kurullarının görevli olduğunu, genel kurulda kanunda sayılan miktarların altında bir karar alınabileceği, bu yönde bir karar alınmışsa o miktarın ödeneceği, her hangi bir karar alınmaması halinde ise, 56. maddede düzenlenen miktarların aşılmamak üzere buradaki ücretin ödeneceği öngörülmüştür. Mahkemece, bu yasal düzenleme ile birlikte davalı odanın 26.10.2005 tarihli genel kurul kararında huzur hakkı ve aylık ücrete ilişkin olarak, kanunun 56.maddesinde öngörülen miktarların aynen benimsendiği hususu göz önüne alındığında, bu miktarın tespit edilip, talebe bağlılık ilkesi de göz önünde bulundurularak belirlenecek miktar üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken uygun olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 20.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E. 2015/21872
K. 2016/7154
T. 3.5.2016
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
BİRLEŞEN DAVADA
DAVACILAR : …. vd. Vek.Av….
Dava ve birleşen dava dilekçelerinde, huzur hakkı alacağının tahsili istenilmiştir. Mahkemece davaların reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava ve birleşen dava dilekçelerinde, davacıların davalı odanın 23.01.2010 ila 17.01.2014 tarihleri arasında yönetim kurulu üyeliği görevlerini yürüttükleri halde yasal hakları olmasına rağmen aylık ücret veya huzur hakkı ödemesi yapılmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak 500,00 er TL huzur hakkı alacağının davalıdan faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiş, mahkemece davaların reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre birleşen dava davacısı …..nın davasının reddine yönelik temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak;
5362 sayılı….Kuruluşları Kanunu’nun 56. maddesinde; “…..kuruluşlarının yönetim kurulu üyelerinin huzur hakları, yönetim kurulu başkanı ve başkan vekilleri ile denetim kurulu ve disiplin kurulu üyelerine verilecek aylık ücretler ile merkez dışından genel kurul, başkanlar kurulu, yönetim kurulu, denetim kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılacak üyelere ve bunların görevlendirilmelerinde ödenecek yolluk ve konaklama ücretleri, aşağıda belirtilen hadleri aşmamak kaydıyla ilgili esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının genel kurullarınca belirlenir.
a)Yönetim kurulu başkanlarına; Odalarda üye sayısı 100-500 olan odalarda asgari ücret, 501-1500 olan odalarda asgari ücretin iki katı, 1501-3000 olan odalarda asgari ücretin üç katı, 3001-10000 olan odalarda asgari ücretin dört katı, 10001 ve daha fazla üyesi olan odalarda asgari ücretin beş katı, Birliklerde üye oda
….
sayısı 25’e kadar olanlarda asgari ücretin üç katı, 26-50 olanlarda asgari ücretin dört katı, 51-100 olanlarda asgari ücretin beş katı, 101-150 olanlarda asgari ücretin altı katı, 151 ve daha fazla olanlarda asgari ücretin yedi katı, Federasyonlarda üye oda sayısı 50’ye kadar olanlarda asgari ücretin beş katı, 51-100 olanlarda asgari ücretin altı katı, 101 ve daha fazla olanlarda asgari ücretin yedi katı, Konfederasyonda Genel başkana asgari ücretin on katı,
b)Yönetim kurulu başkan vekillerine; (a) bendinde belirtilen miktarların 2/4’ü,
c)Denetim kurulu üyelerine; (a) bendinde belirtilen ücretlerin 1/4’ü,
d)Disiplin kurulu üyelerine; (a) bendinde belirtilen ücretlerin 1/4’ü,
Aylık ücret,
e)Aylık ücret almayan yönetim kurulu üyelerine katıldıkları toplantı başına (a) bendinde belirtilen ücretlerin 1/5’i huzur hakkı,
Alırlar. Bu ücretler brüt asgari ücret üzerinden net olarak ödenir.
Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının yetkili organ üyelerinin yurt içi harcırahları, asgari ücretin 1/5’inden, yurt dışı harcırahları ise en yüksek devlet memuruna ödenen günlük harcırahtan fazla olamaz. Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarında birden fazla organda görevli olanlar, bu görevlerine ait ücretlerden yüksek olanı alırlar. Organ üyeleri, meslek kuruluşları iştiraklerinden en fazla birinden ücret alabilirler. Aylık ücret alanlara huzur hakkı ödenmez. Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşları personelinin işe alınmalarına ve ücretlerinin belirlenmesine yönetim kurulu karar verir.” hükmü yer almaktadır.
Bu yasal düzenleme uyarınca, yönetim kurulu başkan ve üyelerine aylık ücret veya huzur hakkı verilmeyeceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı gibi, aksine yönetim kurulu başkan ve üyelerine aylık ücret veya huzur hakkının miktarının tayini bakımından esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının genel kurullarının görevli olduğu, genel kurulda Kanunda gösterilen miktar altında bir karar alınabileceği bu yönde bir karar alınmışsa onun herhangi bir karar alınmaması halinde ise 56. maddede düzenlenen miktar aşılmamak üzere belirtilen ücretin ödeneceği öngörüldüğünden; mahkemece, bu yasal düzenleme ile birlikte davalı odanın 23.01.2010 tarihli genel kurul kararında huzur hakkı ve aylık ücrete ilişkin olarak, Kanunun 56.maddesinde öngörülen miktarın aynen benimsendiği hususu gözönüne alındığında, bunun tespiti ile talebe bağlılık ilkesi de gözönünde bulundurularak belirlenecek miktar üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi yerine, uygun olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 03.05.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/17017
K. 2012/582
T. 12.01.2012
Dava dilekçesinde 5000 TL alacağın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı vekili dilekçesinde; davacının davalı odanın 10.10.2005 tarihinden 13.01.2010 tarihine kadar denetim kurulu üyeliğini yaptığını, denetim kurulu üyelerine 5362 sayılı yasanın 56.maddesi uyarınca aylık net asgari ücretin 3 katının 1/4’ü kadar ödeme yapılması gerekirken eksik ödeme yapıldığını ayrıca 2009 yılının Eylül, Ekim, Kasım, Aralık aylarında ise alması gereken aylık ücretlerini hiç almadığını fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 5.000 TL’nin faizi ile tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece; davacının görevde kaldığı sürece yapılan tüm harcamaları vermiş olduğu raporlar ile onayladığı böylece yönetim ve denetim kurulu üyelerinin harcamalarını da bu şekilde kabul ettiği ayrıca davacının seçimi kaybettikten sonra huzur ücretlerinin eksik ödendiği gerekçesi ile yargı yoluna başvurması hakkın su istimali olarak kabul edilmiş ve sübut bulmayan davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
5362 sayılı Yasanın 56.maddesinde aylık ücretler ve huzur haklarının nasıl ödeneceği belirlenmiş olup buna göre “yönetim kurulu başkanlarına odalarda üye sayısı 501-1500 arası asgari ücretin iki katı, 1501-3000 arası olanlara da asgari ücretin üç katı ödeneceği, denetim kurulu üyelerine ise sözü edilen ücretin 1/4’nün net olarak ödeneceği ve ücretlerin genel kurul tarafından belirleneceği” belirtilmiştir. Ancak davalı İzmir Berberler Odasında aylık ücretler ve huzur hakları genel kurul tarafından tespit edilmemiş, yasal düzenleme gözardı edilerek yönetim kurulu tarafından tespit edilmiş ve yönetim kurulu tarafından tespit edilen miktarlar üzerinden ödeme yapılmıştır. Her ne kadar davalı tarafından uzun süredir bu ücretler itiraz edilmeden alınmış ise de, davacının 5362 sayılı yasa gereğince almaya hak kazandığı ücretinden açıkça feragat etmediği anlaşılmakla davacıya 5362 sayılı Yasanın 56.maddesine aykırı şekilde eksik ödenen ücretleri ile 2009 yılına ait hiç ödenmeyen ücretlerinin ödenmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 12.01.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/7796
K. 2011/7537
T. 21.03.2011
DAVA :Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret, yıllık izin, fazla mesai ücret Alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi P. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacı işçi 31.12.1976 tarihinden bu yana davalı Un- İş Esn ve Santakarlar Odasında sekreter olarak çalıştığını, dava dilekçesine eklediği tahsis talebinden de belli olduğu üzere 1.3.1993 tarihinde emekli olduğunu, tazminat ödenmediğini aralıksız çalışmaya devam ettiğini ve 5.12.2005 tarihinde iş sözleşmesinin feshedildiği iddiasıyla kıdem tazminatı isteğinde bulunmuştur.
Davalı işveren davacının odanın tek çalışanı ve sekreteri olduğunu, kendi el yazısı ile yazdığını iddia ettiği Yönetim Kurulu toplantı tutanaklarını ekleyerek 17.10.1996 tarihinde emekli olacağını söylemesi üzerine 668.60 TL kıdem tazminatı ödenmesine karar verildiğini, 5.12.1996 ve 23.1.1997 günlü tutanakların bu miktarın ödendiğine ve 1.1.1997 den itibaren sözleşmeli olarak çalıştığına ilişkin olduğunu, yine davacının katıldığı, altı Yönetim Kurulu üyelerince imzalanmış gelir-gider çizelgesinde görüldüğü gibi tek çalışan kişi olan davacıya 8.500.00 TL kıdem tazminatı daha ödendiğini, yasanın değişmesi sekreter olabilmesi için lise diploması gerektiğini, istenmesine rağmen davacı bu diplomayı ibraz edemediğinden iş sözleşmesinin feshedildiğini savunmuştur.
Mahkemece ödemeler geçerli belge niteliğinde olmadığından indirilmesi mümkün olmadığı gerekçesiyle ilk giriş- fesih arası tüm kıdem tazminatı hüküm altına alınmıştır.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanunun 57. maddesinde özetle; odanın işlemlerini mevzuat, ana sözleşme ve yönetim kurulu karaları doğrultusunda yapmakla görevli bir genel sekreter bulunur, sekreter yönetim kurulu toplantılarına katılır ancak oy kullanamaz, giderler yönetim kurulu başkan veya vekili ile genel sekreterin ortak imzası ile yapılır, yönetim kurulu kuruluş içi konularda genel sekretere tek başına imza yetkisi verebilir hükümlerine yer verilmiştir.
Böyle olunca davacıya tüm yönetim kurulu toplantı tutanakları gösterilerek bu toplantılara katılıp katılmadığı ve tutanakları kimin yazdığı sorulmalıdır. Ayrıca varsa davalı kooperatifin tüm defter ve ödeme makbuzlarıda celbedilerek incelenmelidir.
Davacının kendisinin yazdığı saptandığında, dava dilekçesine eklediği belgeye göre 1.3.1993 tarihinde emekli olduğu saptandığı halde işverene bu durumu 1996 yılı olarak bildirmesi kendi kusurundan kaynaklandığından, hiç kimse ve özellikle yukarıdaki yasa maddesine göre odanın işlerini yasa ve mevzuata uygun yapmakla görevli olan davacı, kendi kusurundan yararlanamayacağından davacının 31.12.1996 tarihine kadar olan hizmet süresinin emeklilik nedeniyle kıdem tazminatı ödenerek tasfiye edildiği kabul edilmelidir.
Davacının kıdem tazminatı,1.1.1997 tarihinden itibaren hesaplanarak ve 31.12.2004 tarihinde ödenen 8.500.00 TL kıdem tazminatı da 5.12.2005 fesih tarihine kadar hesaplanacak yasal faizi ile birlikte mahsubu sonucuna varsa kalan miktarın kabülune karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21/03/2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E. 2015/1392
K. 2015/11521
T. 30.06.2015
Boyabat Cumhuriyet Başsavcılığının 06.06.2013 tarihli davanamesiyle, oda başkanı olan davalının 5362 sayılı Yasanın 58/3.maddesi uyarınca görevden uzaklaştırılması istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Boyabat Cumhuriyet Başsavcılığının 06.06.2013 tarihli davanamesiyle; Boyabat Esnaf ve Sanatkarlar Odası yönetimi hakkında açılan ceza soruşturması yürütüldüğü belirtilerek 5362 sayılı Yasanın 58/3. maddesi uyarınca Oda yönetim kurulu başkanı olan K1’in görevden uzaklaştırılmasına karar verilmesi istenmiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Anayasanın 135. maddesi, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşların, belli meslek mensuplarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak, meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında ve gizli oyla seçilen kamu tüzel kişileri olduklarını vurgulamıştır.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 58. maddesinde; “Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşları ile sicil işlemleri Bakanlık gözetim ve denetimine tabidir. Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının ilgili personeli ile organlarında görevli üyeleri, Bakanlık denetim elemanlarının talebi üzerine kuruluşa ait her türlü evrak, defter ve kayıtları göstermeye veya vermeye, para ve diğer varlıkların sayılmasına müsaade etmeye, denetim ve incelemeleri için yardımda bulunmaya ve çalışmalarını yapabilecekleri uygun bir yer tahsis etmeye mecburdurlar.
Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen veya 59. maddede belirtilen suçlardan dolayı haklarında kovuşturmaya başlanan ve görevi başında kalması denetim ve soruşturmanın yapılması bakımından sakıncalı görülen esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının personeli Bakanlık denetim elemanlarınca doğrudan görevden uzaklaştırılabilir. Organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları ise denetim elemanlarının teklifi sonucu Bakanlık veya Cumhuriyet Savcılığı tarafından yetkili asliye hukuk mahkemesinde açılan dava üzerine mahkemece bir ay içinde basit usulde yargılama yapılarak karara bağlanır. Mahkeme dava sonucunu Bakanlık, ilgili oda ve üst kuruluşa bildirir.
Görevden uzaklaştırılanlar hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği ya da mahkumiyet kararı verilmediği takdirde, bu kimseler tekrar görevlerine dönerler ve bunların görevden uzak kaldıkları devreye ait ücretleri yasal faizleri ile birlikte, mensup oldukları kuruluşlarca tam olarak ödenir. Denetim sonucunda düzenlenen evrakın denetim elemanı tarafından o yerin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi üzerine Bakanlık davada müdahil sıfatını kazanır. Odaların sadece üye kayıtları ve belgeleri, sigortalılık yönünden gerektiğinde Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu denetim elemanları tarafından denetlenebilir.”
59. maddesinde ise; “Esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının yetkili organlarının üyeleri ve genel sekreterleri ile personeli, görevlerini yerine getirirken görevleriyle ilgili suç teşkil eden fiil ve hareketlerinden ve özellikle bu kuruluşların paraları ile para hükmündeki evrak, senet ve diğer malları aleyhine, bilanço, kesin hesap, rapor, diğer her çeşit evrak ve defterleri üzerinde suç işledikleri takdirde, bu suçlardan dolayı, adli olarak kamu görevlileri gibi ceza görürler.” hükümlerine yer verilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; Boyabat Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan bir ihbar üzerine Boyabat Esnaf ve Sanatkarlar Odası yönetimi hakkında açılan soruşturma sonucunda Oda yönetim kurulu başkanı olan K1 vd. hakkında zimmet, sahtecilik suçlarından Boyabat Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası açıldığı ve halen derdest olduğu, haklarında kovuşturmaya başlanan ve görevi başında kalması denetim ve soruşturmanın yapılması bakımından sakıncalı görülen esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları yönünde bakanlık denetim elemanlarının bir teklifi olmaksızın re’sen Boyabat Cumhuriyet Başsavcılığının 06.06.2013 tarihli davanamesiyle 5362 sayılı Yasanın 58/3. maddesi uyarınca Oda yönetim kurulu başkanı olan K1’in görevden uzaklaştırılmasına karar verilmesinin istendiği, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacı sıfatı, kural olarak dava konusu hakkın sahibine aittir. Ancak özel kanun hükümleri ile bazı hallerde dava konusu hakkın sahibi olmayan üçüncü kişiye de dava açma hak ve yetkisi tanınmıştır. Bu haller istisnai niteliktedir ve ancak özel bir kanun hükmüne dayanabilir. Bu hallerden birisi de kamu yararı düşüncesi ile Cumhuriyet Savcılarına bazı hukuk davalarını açma hak ve yetkisinin tanınmış olmasıdır. Cumhuriyet Savcılarının görev ve yetkileri ile açabilecekleri özel hukuk davaları da dahil tüm davalar kanunda gösterilmiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet Savcıları dava açma hak ve yetkisini kanundan alır ve ancak kanunla verilmiş bu
hak ve yetkiyi kullanarak dava açabilirler. Cumhuriyet Savcılarının açabileceği kanunla düzenlenen özel hukuk davalarından birisi de 5362 sayılı Yasanın 58/3. maddesi uyarınca oda organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları davalarıdır.
Yukarıda metni aynen aktarılan 5362 sayılı Yasanın 58. maddesinde, haklarında kovuşturmaya başlanan ve görevi başında kalması denetim ve soruşturmanın yapılması bakımından sakıncalı görülen esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları yönünde bakanlık denetim elemanlarının teklifi sonucu Bakanlık veya Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava açabileceği açıkça belirtilmiştir. Görülmektedir ki, bu özel kanun hükmü ile ve yine bu hükümde gösterilen koşulla Cumhuriyet Savcısının özel hukuk alanında dava açma hak ve yetkisi bulunmaktadır. Cumhuriyet Savcısına bu dava açma yetkisi sınırlı olarak verilmiş ve bu yetkinin sınırı yine yetkiyi veren kanun ile “esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları yönünde bakanlık denetim elemanlarının teklifi” şartına bağlanmıştır. Kanunun açıkça düzenlediği bu şart gözardı edilerek, esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları yönünde bakanlık denetim elemanlarının teklifi olmaksızın, davaname ile dava açılması halinde Cumhuriyet Savcısının kaynağını Anayasa’dan ve kanunlardan almayan bir devlet yetkisini kullanmış olacağı, diğer bir anlatımla bu şekilde dava açmakta yetkisiz olduğu da her türlü duraksamadan uzaktır.
Yukarıda gösterilen yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar dikkate alındığında, Boyabat Esnaf ve Sanatkarlar Odası yönetim kurulu başkanı olan K1’in 5362 sayılı Yasanın 58/3. maddesi uyarınca görevden uzaklaştırılması istemli eldeki davanın, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, esnaf ve sanatkârlar meslek kuruluşlarının organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları yönünde bakanlık denetim elemanlarının teklifi olmaksızın davaname ile usule aykırı biçimde ve yetki dışına çıkılarak açıldığı, Kanunda bu yönde ayrık bir düzenleme de bulunmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile işin esası incelenerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 30.06.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2018/185
K. 2018/2858
T. 10.4.2018
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki federasyon başkanının görevden uzaklaştırılması davasından dolayı yerel mahkemece verilen gün ve sayısı yukarıda yazılı kararın; Dairemizin 22/02/2017 gün ve 2017/491- 2017/956 sayılı ilamıyla bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … dahili davalı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla HUMK’un 440-442. maddeleri uyarınca tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddine ve aynı kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 2. ve 4/b-1. maddeleri gereğince takdiren 310,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak hazineye gelir kaydedilmesine ve aşağıda yazılı ret karar harcının karar düzeltme isteyene yükletilmesine 10/04/2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasındaki davanın yapılan yargılaması sonucu davanın reddine karar verilmiş, bu kararın temyizi üzerine, dairemizin 2017/491 esas 2017/956 karar sayılı ilamı ile 5362 sayılı Yasanın 58. maddesindeki koşulların oluştuğu ve bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur. Bu kez davalı … dahili davalı karar düzeltme talebinde bulunmaktadır.
5362 sayılı Yasanın 58. maddesindeki düzenleme, … ve … Meslek kuruluşları organ üyelerinin, denetim ve soruşturması sırasında görevinde kalması sakıncalı görülenlerinin soruşturma süresince görevden uzaklaştırılması ile ilgili olduğundan, koşulların oluşması halinde mahkemece verilecek karar geçici nitelikte bir tedbir kararı mahiyetindedir. Söz konusu özel yasada, verilecek karara karşı yasa yolları gösterilmemiştir. O halde karara karşı yasa yolu olup olmadığı kararın niteliğine bakılarak belirlenmelidir.
Yasal düzenlemeye göre acele mevatten görülmesi gereken ve geçici sonuç doğuran uzaklaştırma kararı bir tedbir kararı niteliğinde olduğundan bu karara karşı temyiz yolu da yoktur. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 21/02/2014 tarihli kararına göre tedbir kararlarına karşı temyiz yolu bulunmamaktadır. Bu nedenle karar düzeltme talebinin kabul edilmesi ve Dairemizce verilen bozma kararının kaldırılması, davacının başvurusunun da tedbir kararına itiraz olarak değerlendirilerek itiraz hakkında karar verilmesi için dosyanın mahalli mahkemesine iade edilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum. 10/04/2018
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/15555
K. 2019/2180
T. 10.4.2019
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar … ve diğerleri vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine …/07/2015 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen …/06/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, davalının, 5362 sayılı Kanun uyarınca yetkisi olmadığı halde almış olduğu komisyon kararı nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar vekili; … Ticaret ve Sanayi Odası bünyesinde toplanan komisyon tarafından 1000 gr ekmeğin fiyatının …,60 TL olarak belirlendiğini, komisyon kararının …/02/2015 tarihinde … ve … Belediye Başkanlığına tebliğ edildiğini, verilen bu karara yapılan itiraz üzerine …/03/2015 tarihinde Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü, Ticaret ve Sanayi Odası temsilcisi ve … Esnaf ve Sanatkarlar Odası temsilcisinin katılımıyla itirazın değerlendirilmesi için 5362 sayılı Kanunu’nun 62. maddesi uyarınca oluşturulan komisyon tarafından odanın belirlemiş olduğu fiyat fahiş bulunarak 1000 gr somun ekmeğin fiyatının …,… TL olarak belirlendiğini, … Asliye Hukuk Mahkemesine yapılan itiraz sonucu mahkemece … Komisyon kararının kaldırılmasına karar verildiğini, ekmek fırın işletmeciliği ile uğraşan davacıların komisyon kararı nedeniyle 250 gr ekmeği 0,90 kuruş yerine 0,75 kuruştan satmak zorunda kaldıklarını ve bu nedenle zarara uğradıklarını belirterek, maddi zararlarının giderilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı; … Ticaret ve Sanayi Odası tarafından belirlenen ekmeğin rayiç fiyatının fahiş olduğu yönünde yapılan itirazlar üzerine 5362 sayılı Kanunu’nun 62. maddesi uyarınca oluşturulan Fiyat Tespit Komisyonu tarafından ekmeğin rayiç fiyatının …,… TL olarak belirlendiğini, kanun ve yönetmelik ile verilen yetki doğrultusunda komisyon tarafından alınan karar nedeniyle zarara uğranıldığı iddiasının yerinde olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, … Asliye Hukuk Mahkemesinin (ticaret mahkemesi sıfatıyla) 2015/396 esas sayılı dosyasında Kaymakamlık komisyon kararının kaldırılmasına karar verildiği, komisyon kararı nedeniyle ekmeğin düşük fiyatla satılması sonucu davacıların zarara uğradıklarına dair alınan bilirkişi raporu benimsenerek istemin kabulüne karar verilmiştir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun Fiyat tarifelerinin tespit şekli başlıklı 62. maddesinde; “Bu Kanuna tabi esnaf ve sanatkârlarca üretilen mal ve hizmetlerin fiyat tarifeleri, bağlı bulundukları odalarca hazırlanır ve odanın mensubu olduğu birlik yönetim kurulu tarafından fiyat tarifesinin sunulmasından sonra otuz gün içinde onaylanır veya reddedilir. Onaylanan fiyat tarifesi belediye, mülki amirlik ve ilgili odaya yedi gün içerisinde bildirilir ve bu andan itibaren yürürlüğe girer. Fiyat tarifeleri, uygulanacak azami hadleri gösterir. Belediyeler veya o yerin en büyük mülki amiri tespit edilen bu tarifeleri uygun bulmadıkları takdirde esnaf teşekkülü ile anlaşmaya varamazlarsa onbeş gün içinde o yerin mülki amirinin ya da görevlendireceği yardımcısının başkanlığında, ticaret ve sanayi veya ticaret odasından bir temsilci ile esnaf ve sanatkârlar odaları birliği temsilcisinden teşekkül edecek bir komisyonda görüşülüp karar verilmesini isteyebilirler. Komisyon kararları salt çoğunlukla alınır. Komisyon, tarifeleri uygun bulmadığı takdirde tarife yürürlükten kalkar. Komisyon kararına karşı, ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on gün içinde ticari davaları görmeye yetkili mahkeme nezdinde itirazda bulunabilirler. Bu mahkemenin kararı kesindir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Dosya içeriğinden; … Ticaret ve Sanayi Odasının …/02/2015 tarihli kararı ile ekmeğin rayiç fiyatının …,60 TL olarak belirlenmesi üzerine yapılan itirazların değerlendirilmesi için davalı … tarafından 5362 sayılı Kanun’un 62. maddesi uyarınca oluşturulan komisyonun, ekmeğin rayiç fiyatını …/03/2015 tarihinde alınan karar ile …,… TL olarak belirlediği, yine Kanunu’nun 62. maddesinin son fıkrası uyarınca davacılar …, … ile dava dışı … Ticaret ve Sanayi Odası tarafından … Kaymakamlığının, …/03/2015 tarihli kararının kaldırılması için … Asliye Hukuk Mahkemesine (ticaret mahkemesi sıfatıyla) itiraz edildiği, mahkemece, Tacir ve Sanayiciler Tarafından Üretilen Mal ve Hizmetlerin Azami Fiyat Tarifelerinin Belirlenmesi Hakkındaki Yönetmelik hükümlerinin …. maddesi uyarınca Kaymakamlık bünyesinde oluşturulacak Komisyon’un odalar tarafından hazırlanan tarifeleri yalnızca onaylama yahut reddetme yetkisini haiz olduğu, tarifeyi yeniden belirleme yetkisinin odalara ait olduğu gerekçesiyle itirazların kabulü ile … Kaymakamlığının …/03/2015 tarihli kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verildiği ve 5362 sayılı Kanun’un 62. maddesi uyarınca öngörülen itiraz sürecinin bu şekilde tamamlandığı anlaşılmaktadır.
Şu durumda; fırın işletmecisi olan davacılar tarafından, komisyonun belirlemiş olduğu düşük fiyat nedeniyle zarara uğranıldığı ileri sürülmüş ise de; 5362 sayılı Kanun’nun 62. maddesi uyarınca … bünyesinde oluşturulan fiyat tespit komisyonu tarafından alınan karara davacılar ve dava dışı Oda tarafından itiraz edildiği, komisyon kararının alındığı …/03/2015 tarihinden itiraz üzerine … Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) 2015/396 esas sayılı dosyasında komisyon kararının kaldırıldığı …/05/2015 tarihine kadar itiraz sürecinin devam etmekte olduğu gözetildiğinde henüz kesinleşmemiş …,… TL birim fiyat üzerinden ekmek satılacağı varsayımı ile tazminata karar verilmesi doğru değildir. Bu nedenle usul ve yasaya uygun düşmeyen kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine …/04/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/2303
K. 2018/2258
T. 26.3.2018
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 15/06/2016 gününde verilen dilekçe ile davalının fiyat tarifesine ilişkin itiraz sonucu oluşturulan komisyonun kararına itiraz edilmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda, yargı yolu bakımından davanın usulden reddine dair verilen 07/12/2016 günlü karara karşı davacı tarafın istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede davacının istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Davacı … vekili, … Meclisi’nin 25/05/2016 tarih ve 37/8 sayılı kararı ile belirlenen pide tarifesi müvekkilince yüksek bulunduğundan, 15/12/2004 tarih ve 25671 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Tacir ve Sanayiciler Tarafından Üretilen Mal ve Hizmetlerin Azami Fiyat Tarifelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 6. maddesi uyarınca oluşturulacak komisyonda görüşülmesinin talep edildiğini, oluşturulan komisyonun 07/06/2016 tarih ve 2016/3 sayılı kararı ile Valiliğin red oyuna rağmen oyçokluğu ile fiyat tarifesini onayladığını, komisyon kararının kamu menfaatine aykırı olduğunu ileri sürerek, karara itiraz etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle, yargı yolu bakımından davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Hükme karşı davacı vekili istinaf talebinde bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince; ilgili Yönetmeliğin 7. maddesinde komisyon kararına karşı odanın itirazının düzenlendiği, davacı Valilik yönünden böyle bir hak tanınmadığı, davacının davalı … odasının kararının iptalini istediği gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, Valilik nezdinde oluşturulan komisyonun pide fiyat tarifesinin kabulü yönündeki kararına itiraza ilişkindir.
Ticaret ve sanayi odaları, ticaret odaları, sanayi odaları, ticaret borsaları ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin kuruluş ve işleyişine ilişkin esasları düzenlemek amacında olan 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 12. maddesinin (ı) bendinde, gerektiğinde 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanunu’nun 125. maddesinde sayılan mal ve hizmetlerin azami fiyat tarifelerini kendi üyeleri için Bakanlıkca çıkartılarak yönetmeliğe uygun olarak tespit etmek ve onaylamanın odanın görevleri arasında sayıldığı, anılan bu maddenin (ı) bendine dayalı olarak hazırlanan ve 15/12/2014 tarihli ve 25671 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Tacir ve Sanayiciler Tarafından Üretilen Mal ve Hizmetlerin Azami Fiyat Tarifelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesinde, yukarıda belirtilen görevin tekrarlandığı, 5. maddesinde oda meclisince onaylanan tarifelerin aynı gün yürürlüğe girdiği, onaylanan tarifelerin en geç on gün içinde o yer belediye ve mülki idare amirliği ile esnaf ve sanatkarlar odaları birliğine bildirileceği, 6. maddesinde odalarca düzenlenen tarifelere ilişkin itirazları karara bağlamak üzere o yerin mülki idare amirinin görevlendireceği kişinin başkanlığında, ilgili belediyenin konunun uzmanı belediye personeli arasından görevlendireceği bir üye ile tarifeyi düzenleyen oda ve ilgili esnaf ve sanatkarlar odaları birliğinin temsilcilerinden oluşan dört kişilik bir komisyon oluşturulacağı, bu komisyonun oy çokluğu ile karar alacağı, “Tarifelere İtiraz” başlıklı 7. maddesinde, belediyeler ve o yerin mülki idare amirinin, odalarca tespit edilen tarifeleri uygun bulmadıkları ve bu konuda ilgili odayla anlaşamadıkları takdirde, ayrı ayrı veya birlikte tarifelerin kendilerine bildirildiği tarihten itibaren on beş gün içinde mülki idare amirliği nezdinde komisyona itiraz edebileceği, komisyonun tarifeyi onaylayacağı veya reddedeceği, tarifenin reddi halinde ilgili odanın ya komisyonun red gerekçelerini dikkate alarak yeni bir tarife hazırlayacağı ya da komisyon kararının kendisine yazılı bildirim tarihinden itibaren on gün içinde ticari davaları görmeye yetkili mahkeme nezdinde itirazda bulunabileceği, mahkemenin vereceği kararın ise kesin olduğu yönünde düzenlemeler bulunduğu görülmektedir.
Aynı yöndeki düzenlemeler esnaf ve sanatkarlar meslek kuruluşları yönünden 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanunu’nun 62. maddesinde yer almakta olup, anılan kanunun 62. maddesinin 4. fıkrasında, komisyon kararına karşı ilgililerin yazılı bildirim tarihinden itibaren on gün içinde ticari davaları görmeye yetkili mahkeme nezdinde itirazda bulunabilecekleri, mahkemenin verdiği kararın kesin olduğu düzenlemiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesince de 04/06/2013 gün, 2013/604 esas, 2013/926 karar sayılı kararında, yukarıda sıralanan kanun ve yönetmelik hükümleri uyarınca mal ve hizmetlerin fiyat tarifelerinin bağlı oldukları odalarca hazırlanacağı ve fiyat tarifelerinin uygulanacak azami hadleri göstereceği, bu tarifelerin uygun bulunmaması halinde (yapılan itiraz üzerine) tarifenin uygunluğunun teşekkül edecek bir komisyonda görüşülüp karar verilebileceği gözetildiğinde, komisyon kararlarına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunabileceği yönünde karar verilmiştir.
Somut olayda, Valilik nezdinde belediye temsilcisi, Vali Yardımcısı, esnaf ve sanatkarlar odası temsilcisi ve sanayi ve ticaret odası temsilcisinden müteşekkil komisyonda, valiliğin aleyhte oyuna karşın, oy çokluğu ile pide zammının uygun olduğu gerekçesiyle tarifenin onaylanmasına karar verilmiş, Valilikçe komisyon kararına itiraz edilerek eldeki dava açılmıştır. Yukarıda açıklanan Yönetmeliğin 7. maddesinde, tarifenin reddi halinde ilgili odanın Ticaret Mahkemesi’ne itirazda bulunabileceği ifadesinden hareketle, Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi’nce komisyonca tarifenin kabulü halinde Valiliğin itiraz hakkının bulunmadığı sonucuna varılmasının hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Zira, komisyonun tarifenin onaylanması yada onaylanmaması yönündeki tüm kararlarına karşı ilgililer adli yargı yerinde itirazda bulunma hakkına sahiptirler.
Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Yukarıdaki yasal düzenlemeler ve açıklanan yönler nazara alındığında, davanın görülme ve çözüm yeri idari yargı olmayıp, adli yargıdır.
Şu halde, uyuşmazlığın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu gözetilmeksizin, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi doğru değildir. Bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesi kararı kaldırılarak, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-b maddesi uyarınca BOZULMASINA, Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılarak, dosyanın İlk Derece Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, kararın bir örneğinin ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 26/03/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/42
K. 2013/1427
T. 23.01.2013
Taraflar arasında görülen davada Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 22.04.2012 tarih ve 2012/449-2012/50 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi N. Ç. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, Adana Valiliği Mutabakat Komitesince müvekkilinin ticaret sicilindeki kaydının silinerek Fırıncılar Esnaf ve Sanatkarlar Odasına kaydolması gerektiğine karar verildiğini, oysa müvekkilinin bilanço esasına göre defter tuttuğundan esnaf değil tacir sayıldığını ileri sürerek, anılan kararın iptalini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, davanın davacı hakkında tesis edilen idari işlemin iptali istemine ilişkin olup, idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle, görevsizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddine, talep halinde dosyanın yetkili idare mahkemesine gönderilmesine kararı verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, davacının ticaret sicilindeki kaydının silinerek esnaf siciline kaydının yapılmasına yönelik Mutabakat Komitesi kararının iptali istemine ilişkindir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 64/1. maddesi gereğince, “Bu Kanun’a tabi odalar arasında veya bu odalar ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bünyesindeki odalar arasında üye kayıt zorunluluğu bakımından çıkacak anlaşmazlıkları çözümlemek üzere il ve ilçelerde mutabakat komiteleri kurulur. Bu komiteler anlaşmazlıkları, Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunun belirleyeceği esaslar dahilinde çözüme kavuştururlar.” Aynı Yasa’nın 64/son maddesi gereğince de, “Komite kararlarına karşı ilgililer tarafından on gün içinde yetkili Asliye Hukuk Mahkemesine itiraz edilebilir. Mahkemenin kararı kesindir….”
Somut uyuşmazlıkta davacı vekili, davacının tacir olup, Mutabakat Komitesi tarafından alınan kararının hatalı olduğunu ileri sürerek, söz konusu kararın iptalini istediğine göre, yukarıda anılan Yasa hükmü uyarınca uyuşmazlığa bakma görevi asliye hukuk mahkemesine aittir. Bu itibarla davaya bakmak adli yargının görevine girdiği halde idari yargının görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiş, kararın temyiz eden davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 23.01.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/7254
K. 2008/2719
T. 06.03.2008
Davacı K1 vekili Avukat K2 tarafından, davalı F1 Odası Başkanlığı aleyhine 26/12/2006 gününde verilen dilekçe ile kaydın düzeltilmesinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 05/04/2007 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, davalı F1 Odasının 5.2.2001 tarih 32 sayılı kararının ve üye kayıt defterinin 4672 sıra nosundaki kaydın düzeltilmesi istemine ilişkindir. Davacı, davalı odaya 21.3.1988 tarihinde kaydını yaptırdığını, 31.12.1992 tarihine kadar kaydının devam ettiğini, 1.4.1996 tarihinde tekrar kayıt olup 1.8.2005 tarihine kadar devam ederek Bağ-Kur’dan yaşlılık aylığı talebinde bulunduğunu, Bağ-Kur tarafından davalı oda tarafından 31.12.1997 tarihinde kaydının silindiğini belirterek isteminin kabul edilmediğini, üyeliğinin silindiğine dair 31.12.1997 tarihli yönetim kurulu kararının kendisine tebliğ edilmediğini, 5.2.2001 tarih ve 32 sayılı karar ile üyeliğinin silindiğine dair kararın üzerinin çizilip düzeltildiğini bildirerek ilgili kayıtların düzeltilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı ise davacının oda kaydının 31.12.1997 tarihi itibariyle silindiğine dair 5.2.2001 tarih 32 sayılı kararın sehven yazıldığını, üyeliğin silinmesine ilişkin her hangi bir karar bulunmadığından davayı kabul etmiştir. Mahkemece, 507 Sayılı Kanunun 6. ve 5362 sayılı kanunun 64.maddesi gereğince üyeliğin silinmesi ile ilgili uyuşmazlıkların çözümü için önce komitelere müracaat edilmesi gerektiği, komite kararlarına karşı ancak Asliye Hukuk Mahkemesine itiraz edilebileceği, davacının komiteye başvurmadığı ayrıca odaya kayıt işlemlerinin idari nitelikte olup bu tür uyuşmazlıkların idari yargı yerinde görülmesi gerektiği gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
5362 Sayılı Yasanın 64.maddesi “Bu kanuna tabi odalar arasında veya bu odalar ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bünyesindeki odalar arasında üye kayıt zorunluluğu bakımından çıkacak anlaşmazlıkları çözümlemek üzere il ve ilçelerde mutabakat komiteleri kurulur. Bu komiteler anlaşmazlıkları, esnaf ve sanatkarlar ile tacir ve sanayiciyi belirleme koordinasyon kurulunun belirleyeceği esaslar dahilinde çözüme kavuştururlar.” hükmünü içermektedir. 5362 Sayılı Yasanın 64.maddesi somut olaya uymamaktadır. İki oda arasında veya oda ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği arasında üye kayıt zorunluluğundan doğan bir ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla davacının mutabakat komitesine başvurmasına gerek yoktur. Ayrıca, Uyuşmazlık Mahkemesinin 2006/17 Esas 2006/55 Karar ve 1.5.2006 günlü kararı uyarınca bu tür davaların Adli Yargı’da çözümlenmesi gerekir.
Dosya kapsamına göre davalı tarafından yapılan yanlışlığın düzeltildiği anlaşıldığına göre konusu kalmayan dava hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde karar verilmiş bulunması doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ :Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 06/03/2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/1090
K. 2017/1733
T. 17.3.2017
Davacı vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 21/09/2015 gününde verilen dilekçe ile mutakabat komitesi kararına itirazın kabulü istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın süre yönünden reddine dair verilen 15/03/2016 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, mutabakat komitesi kararına itiraza ilişkindir. Mahkemece, davanın süre yönünden reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, mutabakat komisyonu kararının eksik ve hatalı inceleme sonucunda usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek, tarihli kararına ilişkin itirazlarının kabulü isteminde bulunmuştur.
Davalı, on günlük itiraz süresinin geçtiğini belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, 5362 Sayılı 64. Maddesi uyarınca Komite kararlarına karşı ilgililer tarafından yasal süre olan on gün içinde itiraz edilmediği gerekçesiyle davanın süre yönünden reddine karar verilmiştir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 64/son maddesi gereğince “Komite kararlarına karşı ilgililer tarafından on gün içinde yetkili itiraz edilebilir. Mahkemenin kararı kesin…” olup yerel mahkemece verilen kararın temyiz edilebilirliği bulunmadığından davacının temyiz dilekçesi reddedilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenle davacının temyiz dilekçesinin reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/16167
K. 2009/16022
T. 08.12.2009
Davacı, davalı sicil memurluğundaki kaydının F1 Ajansındaki kaydının silinme tarihi olan 31.12.1999 tarihinde silindiğinin tespiti ile oda kaydının terkine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, konusuz kalan davada karar vermeye yer olmadığına karar vermiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi K1 tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
K A R A R
Dava, davacının davalı Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Memurluğunca tutulan esnaf sicil kaydının vergi kaydının sona erdiği 3.12.1999 tarihinde silinmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece davalı Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Memurluğunca kaydın düzeltildiği gerekçesiyle davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir
Özel mahkeme olan İş Mahkemelerinin görev alanı 5521 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ve 29.6.1960 tarihli 13-15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda, işçi sayılan kimselerle (Yasa’nın değiştirilen 2. maddesinin C,D, ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş aktinden kaynaklanan veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların bu mahkemelerde çözümleneceği belirtilmiştir. İş Mahkemeleri ayrıca 5018 sayılı Yasa’nın 4/E fıkrasına göre sendikaların açacakları ve bu sıfatla aleyhine açılacak hukuk davalarına İşçi Sigortaları Kurumu ile Sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakacaktır.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 67. maddesinde Esnaf ve Sanatkarların sicillerinin, sağlıklı ve güvenlik bir şekilde Bakanlık e-esnaf sanatkarlar veri tabanında tutulması ve yayınlanmasını teminen ticaret davalarına bakan asliye hukuk mahkemeleri gözetiminde ve kurulu bulunduğu il idari sınırları içerisinde çalışmak üzere birlik bünyesinde ayrı bir birim olarak Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Müdürlüğü Kurulacağı, 75. maddesinde 67. maddelerinde yer alan sicil işlemlerinin nasıl yürütüleceği, sicil memurlarına itiraz yollarının çıkarılacak yönetmelik düzenleneceği bildirilmiştir.
Esnaf ve sanatkarların sicil kayıtların tescil ve silinmelerini düzenleyen 16.9.2005 tarihinde yürürlüğe giren Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Yönetmeliği’nin 17. maddesinde Sicil Müdürü tarafından kabul edilmeyen taleplere ilişkin kararlara karşı, tebliğden itibaren sekiz gün içinde sicilin bağlı olduğu mahkemeye dilekçe ile itiraz edileceği düzenlenmiştir. Aynı yönetmeliğin üçüncü maddesinde de yönetmelikte geçen mahkeme ifadesinin ticaret davalarına bakan yetkili Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğu belirtilmiştir. Bu durumda Mahkemece görevin kamu düzenine ilişkin olduğu da gözetilerek Ticaret davalarına bakan yetkili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken Ticaret Mahkemelerinin görev alanına giren bir konuda esasa ilişkin inceleme yapılarak karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde kamu düzenine ilişkin olan bu husus resen nazara alınmalı ve hüküm bozulmalıdır
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 8.12.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/2407
K. 2013/3588
T. 28.2.2013
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 17/03/2011 gününde verilen dilekçe ile davalının … Siciline tescilinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 03/11/2011 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu uyarınca, esnaf siciline tescil talebine ilişkindir. Mahkemece, istem kabul edilmiş; karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, 5362 sayılı kanuna tabi olarak mesleki faaliyette bulunan davalının, davete rağmen esnaf siciline kaydını yaptırmadığını ileri sürerek, sicile resen tescilini talep etmiştir.
Davalı, sicile tescil için davet almadığını, dava dilekçesinin tebliği ile durumu öğrendiğini, tescil yaptırmaya hazır olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme, davalının esnaf ve sanatkârlar siciline tescili gerektirecek bir mesleki faaliyette bulunduğunu belirterek, davalının sicile tesciline ve para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir
5362 sayılı yasanın 67/5. maddesinde; Türk Ticaret Kanunu’nun ticaret siciline ilişkin 26 ila 40. Maddelerinin, bu kanuna aykırı olmayan hükümlerinin Esnaf ve Sanatkârlar Sicil Müdürlüğü hakkında da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Aynı yasanın 68. Maddesinde ise mesleki faaliyette bulunabilmek için sicile kaydın mecburi olduğu belirtilmiştir. TTK’nın “Tescile Davet ve Ceza” başlığını taşıyan 35. maddesinde “Tescili mecburi olup da kanuni şekilde ve müddeti içinde tescili istenmemiş olan veya 34 üncü maddenin 3 üncü fıkrasındaki şartlara uymayan bir hususu haber alan sicil memuru, ilgilileri, tayin edeceği münasip bir müddet içinde kanuni mecburiyeti yerine getirmeye yahut o hususun tescilini gerekli kılan sebeplerin bulunmadığını ispat etmeye davet eder. Memurca bildirilen müddet içinde tescil talebinde bulunmayan ve imtina sebeplerini de bildirmeyen kimse, sicil memurunun teklifi üzerine, sicilin bulunduğu yerde ticari davalara bakmakla görevli Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla iki milyon liradan kırk milyon liraya kadar para cezasına mahkûm edilir.” hükmü düzenlenmiştir.
Dosya kapsamından, davalının, TTK’nın 35. Maddesindeki düzenlemeye uygun olarak, kanuni mecburiyeti yerine getirmeye davet edilip edilmediği anlaşılamamaktadır.
Mahkemece bu husus araştırılmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru değildir. Açıklanan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ; Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/379
K. 2010/1877
T. 25.02.2010
Davacı K1 vekili Avukat K2 tarafından, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (Bağkur) İl Müdürlüğü ve Esnaf ve SANATKARLAR ODASI aleyhine 09/05/2007 gününde verilen dilekçe ile üyeliğin tespitinin ve Esnaf ve SANATKARLAR ODASI işleminin iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine dair verilen 18/06/2009 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili ve dahili davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından istenilmekle davacının temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Davacının temyizi yönünden;
a)Davacı, Esnaf ve SANATKARLAR ODASI’nı davalı göstererek, kendi adına ve hesabına kahvehane işletmesine rağmen davalı Oda’nın 30/04/1984 gününde vergi kaydının bulunmadığını gerekçe göstererek oda kaydını kendiliğinden sildiğini belirterek, yönetim kurulunun 30/04/1984 günlü işleminin iptali ile 30/04/1984 gününden 26/07/1991 gününe kadar F1 ODASI’na üye olduğunun tespitini istemiştir.
Yerel mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle, yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiş; karar, davacı ile Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından temyiz olunmuştur.
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 01/05/2006 gün ve 2006/17-2006/55 sayılı kararı uyarınca, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Yasası’nın 8 ve 67/5. maddeleri ile bu maddenin yollama yaptığı 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası’nın 36. maddesi ve Esnaf ve Sanatkarlar Sicili Yönetmeliği’nde yer alan düzenlemeler gereğince, Esnaf ve SANATKARLAR ODASI’nın üyelik kaydını kendiliğinden silme işlemine karşı açılan davalara, ticaret davalarına bakan asliye hukuk mahkemelerinde bakılır.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, eldeki uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin adli yargı yeri olduğu benimsenip işin esasının incelenmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
b)Sosyal Güvenlik Kurumu davacı tarafından verilen harçlandırılmamış dilekçe üzerine mahkemece oluşturulan ara kararı gereğince davaya dahil edilmiştir. Davacı tarafından verilen dahili dava dilekçesi harçlandırılmadığına göre Sosyal Güvenlik Kurumu davada taraf sıfatını kazanmamış ve böylece davanın tarafı olmamıştır. Dava taraf olmayan yararına vekalet ücreti takdir edileceğine ilişkin bir yasal düzenleme de bulunmamaktadır.
Yerel mahkemece, Sosyal Güvenlik Kurumu yararına vekalet ücreti takdir edilmiş olması doğru olmadığından karar bu nedenle de bozulmalıdır.
2-Sosyal Güvenlik Kurumu’nun temyiz itirazına gelince; hakkında yöntemine uygun biçimde açılmış bir dava bulunmadığı gibi aleyhine bir karar da verilmeyen Sosyal Güvenlik Kurumu’nun kararı temyiz hakkı olmadığından temyiz dilekçesinin reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (1/a ve b) sayılı bentte gösterilen nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA; Sosyal Güvenlik Kurumu’nun temyiz dilekçesinin (2) sayılı bentte gösterilen nedenle reddine ve temyiz eden davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25/02/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/1869
K. 2007/7790
T. 21.05.2007
Taraflar arasında görülen davada İnebolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 29.11.2005 tarih ve 2005/110-253 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi mümeyyiz davalılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava HUMK.nun 3494 sayılı kanunla değişik 348/1 maddesi hükmü gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve dava dosyası için Tetkik Hakimi K1 tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalının İnebolu Ticaret Sicil Memurluğuna kayıt olması gerektiğinin Bozkurt Mal Müdürlüğünden alınan 2003 yılı alış ve satış tutarlarını gösterir listelerin incelenmesi sonucu tespit edildiğini, davalının tacir olduğunun belirlenmesi üzerine kendisine ticaret siciline tescil yaptırması hususunda davetiye yazıldığını, ancak davalının bu yükümlülüğünü yerine getirmediğini ileri sürerek, davalının ticaret siciline re’sen tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, halen F1 Odası’na kayıtlı olduğunu, tacir sayılmasını gerektirecek alış ve satış tutarlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Müdahil davalı vekili, davalının bedenen çalışan bir bakkaliye ve mobilya imalcısı olup, geçimini zorlukla karşıladığını, tacir sayılamayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre davalının bakkaliye ve mobilya işi ile uğraştığı, mal müdürlüğünden getirtilen alım-satım tutarları itibariyle yasal hadleri aştığı, davalının 1.sınıf tacir sayılacağı, 5362 Sayılı Kanun’un 68/4 maddesinde yapılan değişiklik ile davalı tescile zorlanamayacak ise de, dava tarihinde bu düzenlemenin yürürlüğe girmemiş olduğu, uyuşmazlığa uygulanamayacağı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, davalı ve müdahil davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, ticaret siciline tescil istemine ilişkin olup, uyuşmazlık, davalının tacir sayılıp sayılamayacağı ve ticaret siciline kaydı gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
T.T.K.’nun 14.maddesine göre “bir ticari işletmeyi kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimseye tacir denir.” Aynı yasanın 17.maddesi hükmünce de; “iktisadi faaliyeti nakdi sermayesinden ziyade bedeni çalışmasına dayanan ve kazancı ancak geçimini sağlamaya yetecek derecede az olan sanat ve ticaret sahipleri tacir değildir.” Yine aynı yasanın 1463.maddesinde de, önce 17.maddeye gönderme yapılarak, 507 Sayılı Kanun hükümlerinin
saklı tutulduğu belirtildikten sonra Bakanlar Kurulunun bu konuda kararname çıkarması halinde onlarda gösterilen miktardan aşağı gayrisafi geliri bulunan sanat ve ticaret erbabından başka hiç kimse kanunun 17.maddesinde tarif edilen esnaftan sayılamaz denmek suretiyle tacir veya esnafın hangi kriterlere göre saptanacağı açık bir biçimde gösterilmiştir.
Gerçekten, 19.02.1986 tarih 19024 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 25.01.1986 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile T.T.K.’nun 1463.maddesine göre esnaf ve küçük sanatkar ile tacir ve sanayicinin ayrımına dair esaslar tespit edilmiştir. Buna göre;
1- Koordinasyon kurulunca tespit ve yayınlanacak esnaf ve küçük sanatkar kollarına dahil olup da gelir vergisinden muaf olanlar ile kazançları götürü usulde vergilendirilenler ve işletme hesabına göre, defter tutanlardan iktisadi faaliyetleri nakdi sermayesinden ziyade, bedeni çalışmalarına dayanan ve kazançları ancak geçimlerini sağlamaya yetecek derecede az olan ve Vergi Usul Kanunu’nun 177.maddesinin 1.fıkrasının 1 ve 3 nolu bentlerinde yer alan limitlerin yarısını, iki numaralı bendinde yazılı nakdi limitin tamamını aşmayanların esnaf ve küçük sanatkar,
2- Vergi Usul Kanunu’na istinaden birinci sınıf tacir sayılan ve bilanço esasına göre defter tutanlar ile işletme hesabına göre defter tutan ve birinci madde de belirtilenlerin dışında kalanların tacir ve sanayici sayılmaları kararlaştırılmıştır.
Her ne kadar davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkarlar Kanununun 6/4 maddesinde bu kanuna tabi dernekler ile 5590 sayılı Kanuna tabi odalar arasında üye kayıt zorunluluğu bakımından çıkacak anlaşmazlıkları çözümlemek üzere il ve ilçelerde kurulacak komiteler ile karar alınabileceği düzenlenmiş ve somut olayda da, görev yapan komite tarafından davacının esnaf sayılması gerektiği belirtilmiş ise de, Dairemizin kararlılık kazanan uygulamaları ile dava konusu uyuşmazlığın kanunun saydığı dernekler ve odalar arasında olmayıp, Ticaret Sicili Memurluğu ile davalı arasında olmasına göre anılan komite kararının sadece güçlü bir delil olup, somut dava bakımından mutlak surette uygulanması gereken bir karar olmadığı belirlenmiştir.
O halde mahkemece, yukarıda açıklanan esaslar dahilinde davalının işyerinin ve faaliyetlerinin gerektiğinde keşif yapılarak da denetlenmek suretiyle T.T.K.’nun 17.maddesi ile 1463. maddenin yaptığı atıf nedeniyle Bakanlar Kurulu Kararında belirtilen kriterlere göre davalının tacir sayılıp sayılamayacağının belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalıların temyiz itirazının kabulü ile kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 21.05.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2015/14092
K. 2017/5617
T. 09.10.2017
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … Ticaret Odası ve … aleyhine 12/06/2013 gününde verilen dilekçe ile 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunundan kaynaklanan komisyon kararının iptali istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 11/09/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’ndan kaynaklanan komisyon kararının iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, … Ticaret Odası’nca alınan karar gereğince … ilinde satışa sunulan 250 gr. ekmeğin satış fiyatının 0,70 TL’den 0,80 TL’ye çıkarıldığını, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 62. maddesi gereğince oluşturulan komisyona yaptığı itirazın reddedildiğini belirterek, komisyon kararının iptalini istemiştir.
Mahkemece verilen kararın Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla verildiği, ancak kararın başlık kısmında bu hususun belirtilmemiş olmasına değinilmekle yetinilmiş, bozma nedeni yapılmamıştır. 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 62/son maddesi gereğince “Komisyon kararına karşı, ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on gün içinde ticari davaları görmeye yetkili mahkeme nezdinde itirazda bulunabilirler. Bu mahkemenin kararı kesin…” olup yerel mahkemece verilen kararın temyiz edilebilirliği bulunmadığından davacının temyiz dilekçesi reddedilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda gösterilen nedenle davacının temyiz dilekçesinin reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 09.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
E. 2021/20935
K. 2021/7897
T. 01/11/2021
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
… Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, davalı … Kunduracılar ve Esnaf ve Sanatkârlar Odası aleyhine 31/07/2013 gününde verilen davaname ile davalı Oda’nın feshinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 18/11/2020 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı Oda vekili tarafından istenilmekle dosyanın usulsüz tebligat nedeniyle verilen geri çevirme kararı üzerine yeniden gönderildiği anlaşıldı. Tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
KARAR
Gümrük ve Ticaret Bakanlığının teklifi üzerine … Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 31/07/2013 tarihli davaname ile açılan davada; aktif üye sayısının yüzün altında bulunması nedeniyle 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 15/a maddesi uyarınca davalı Oda’nın feshine karar verilmesi kamu adına talep edilmiştir.
Davalı Oda vekili davaya cevap vermemiş, duruşmada alınan beyanında davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davalı Oda’nın aktif üyesi sayısının 73 olduğu anlaşıldığından, davanın kabulü ile davalı … Kunduracılar Esnaf ve Sanatkârlar Odasının 5362 sayılı Kanun’un 15/a maddesi gereğince feshine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine ve özellikle 5362 sayılı Kanun’un 7. maddesinde Oda üyeliği için aranan şartların sayılmış olmasına, bu şartlardan herhangi birini kaybedenler veya bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığı daha sonra anlaşılanların üyeliğinin 8. madde uyarınca son bulmasına, esnaf ve sanatkârların mesleki faaliyette bulunabilmeleri ve ilgili Odaya kaydedilmeleri için esnaf ve sanatkârlar siciline kaydedilmelerinin şart olmasına, sicile kayıtta vergi mükellefi ya da vergiden muaf olduklarını belgelemeleri gerektiğine, sicile kaydı yapılan esnaf ve sanatkârların ilgili Odaya kayıt için bilgilerinin ESBİS veri tabanından gerçekleştirilmesine, üyelikleri silinip pasif duruma getirilen esnafın vergi dairesine başvurarak faaliyete başlamaları üzerine esnaf ve sanatkârlar siciline tekrar müracaatları halinde üyelik durumlarının tekrar aktif hale gelebilmesine, aktif üye sayısının kanunda belirtilen sayının altına düşmesi nedeniyle feshe karar verilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre, fesih için aranan üye sayısının pasif üyeleri de kapsadığına ilişkin davalı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 4,90 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına 01/11/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/779
K. 2013/10199
T. 19/03/2013
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Gölcük İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 07/11/2012
NUMARASI: 2012/102-2012/179
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikayetçi borçlu ……. Seyyar Pazarcılar Esnaf Odası Başkanlığı, haczedilen aracın odaları adına kayıtlı olup, kamu yararında kullanıldığından bahisle haczin kaldırılması istemi ile icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmaktadır.
5362 Sayılı Esnaf Ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nda, esnaf odasına ait mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin bir hüküm olmadığı gibi, borçlu hakkında haczi engelleyen İİK’nun 82. maddesi ile özel yasalarda da bir düzenleme yoktur. Diğer yandan, şikayetçi borçlunun karar defterinde dava konusu araçtan servis aracı olarak bahsedilmesinin sonuca etkisi bulunmamaktadır.
O halde haczedilmezlik şikayetinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/03/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/2059
K. 2017/5053
T. 04/10/2017
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davadan dolayı … 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 02/07/2014 gün ve 2013/433-2014/396 sayılı hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı tarafından istenilmekle dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
Dava, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu uyarınca belirlenen fiyat tarifesine ilişkin valilik komisyon kararına itiraza ilişkindir. Davacı, … Valiliğine ekmek fiyatlarının düşük olduğu gerekçesiyle itirazda bulunmuş, Valilik tarafından oluşturulan komisyonun belirlenen fiyatları uygun bulması üzerine komisyon kararının hukuka uygun olmadığını ileri sürerek karara itiraz etmiştir. Anılan Kanunun 62. maddesi gereğince, “Bu Kanuna tabi esnaf ve sanatkârlarca üretilen mal ve hizmetlerin fiyat tarifeleri, bağlı bulundukları odalarca hazırlanır ve odanın mensubu olduğu birlik yönetim kurulu tarafından fiyat tarifesinin sunulmasından sonra otuz gün içinde onaylanır veya reddedilir. Onaylanan fiyat tarifesi belediye, mülki amirlik ve ilgili odaya yedi gün içerisinde bildirilir ve bu andan itibaren yürürlüğe girer. Fiyat tarifeleri, uygulanacak azami hadleri gösterir. Belediyeler veya o yerin en büyük mülki amiri tespit edilen bu tarifeleri uygun bulmadıkları takdirde esnaf teşekkülü ile anlaşmaya varamazlarsa onbeş gün içinde o yerin mülki amirinin ya da görevlendireceği yardımcısının başkanlığında, ticaret ve sanayi veya ticaret odasından bir temsilci ile esnaf ve sanatkârlar odaları birliği temsilcisinden teşekkül edecek bir komisyonda görüşülüp karar verilmesini isteyebilirler. Komisyon kararları salt çoğunlukla alınır. Komisyon, tarifeleri uygun bulmadığı takdirde tarife yürürlükten kalkar. Komisyon kararına karşı, ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on gün içinde ticari davaları görmeye yetkili mahkeme nezdinde itirazda bulunabilirler. Bu mahkemenin kararı kesindir.” Buna göre komisyon kararına itiraz üzerine mahkeme tarafından verilen karar, kesin niteliktedir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01/06/1990 gün, 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da temyiz isteminin reddine karar verilebileceğinden, davacının temyiz isteminin mahkeme hükmünün kesin olması nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin REDDİNE, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 04/10/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/18624
K. 2014/29300
T. 28.10.2014
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Bergama 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 28/03/2013
NUMARASI: 2011/648-2013/206
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haklı bir sebep olmaksızın feshedildiğini belirterek davalıdan kıdem, ihbar tazminatı ile sair işçilik alacaklarının tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davacının kendi isteği ile iş sözleşmesini feshettiğini, hiçbir alacağı olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, 4. maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, işverenler ile işveren vekillerine ve işçilerine, çalışma konularına bakılmaksızın bu Kanun’un uygulanacağı düzenlenmiştir. Diğer taraftan, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesine göre, iş mahkemelerinin görevi “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi”dir. İşçi sıfatını taşımayan kişinin talepleriyle ilgili davanın, iş mahkemesi yerine genel görevli mahkemelerde görülmesi gerekir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 3. maddesinde belirtilen esnaf ve sanatkâr faaliyeti kapsamında kalan işyerinde üç kişinin çalışması halinde, 4857 sayılı Kanun’un 4. maddesinin (ı) bendi uyarınca, bu işyeri 4857 sayılı Kanun’un kapsamının dışında kalmaktadır. Maddede üç işçi yerine “üç kişi”den söz edilmiştir. Bu ifade, işyerinde bedeni gücünü ortaya koyan meslek ve sanat erbabını da kapsamaktadır. İşinde bedeni gücü ile çalışmakta olan esnaf dahil olmak üzere toplam çalışan sayısının üçü aşması durumunda işyeri 4857 sayılı Kanuna tabi olacaktır.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davalı işyeri büfe olup, işyerinde fesih tarihinde ve öncesinde davacı ve davalı işveren dışında başkaca kimse çalışmadığından iş mahkemesince davanın görülmesi isabetli olmamıştır. Somut uyuşmazlıkta genel yetkili mahkeme görevli olup, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek sonuca gidilmesi hatalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının isteği halinde ilgilisine iadesine, 28.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/11944
K. 2011/6468
T. 01/12/2011
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Ankara 18. İş Mahkemesi
TARİHİ: 28/12/2010
NUMARASI: 2010/1117-2010/962
Davacı vekili, yetersizliği sebep gösterilerek İş Kanununa aykırı biçimde feshedildiğini, yine aynı şekilde bütçe yetersizliği ile davacılarla birlikte şoför işçilerin de işine son verilmesine rağmen yeni şoförlerin işe alındığını dolayısıyla müvekkilinin iş aktinin haksız olarak feshedildiğini belirterek müvekkilinin işe iadesine ve yasal haklarına karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davacının iş aktinin 4857 sayılı iş kanunu, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu ile Personel Yönetmeliğine uygun olarak feshedildiğini, davacının iş kanunundan doğan tüm alacaklarının ödendiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, davalı işyerinde işçi azaltma yoluna gidilirken hangi objektif kriterlere uyularak neden davacının tercih edilerek işten çıkartıldığı hususunun ortaya konmadığı, davacı işçinin iş yerinde başka bir işte veya başka koşullarla çalıştırılma olanağının yani feshin son çare olması ilkesinin de gözetilmediği, bu nedenle davalı işverence yapılan fesih işleminin hukuki dayanağının bulunmadığı gibi fesih sebebinin ve işçi çıkarma yoluyla tasarrufun gerekçe ve dayanaklarının ispatlanamadığı gerekçesiyle, işe iadeye karar verilmiştir.
Hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargılama sırasında, mahkemece tensip zaptı ile taraflara delillerini sunmaları için süre tanınmış, davalı vekili tarafından delil listesi sunulmamış, sonraki ilk oturumda da karar verilmiştir. Oysa taraflara delillerini sunmaları için iddia ve savunmayı kısıtlamayacak ve delillerin toplanmasını engellemeyecek şekilde uygun bir süre daha verilmelidir. Bu durumda kesin mehile uyulmaması halinde doğacak sonuçlar kararda açıkça belirtmelidir. Bu usule uyulmadan, savunma hakkını kısıtlayıcı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Nitekim davalı vekili tarafından temyiz dilekçesi ekinde, feshe dayanak olan genel
kurulda yeniden yapılanmaya ilişkin alınan ve kadro cetvelinin görevin niteliği ve hacmi dikkate alınarak değiştirilmesi, mevcut kadro ünvanlarının iptal edilmesi, yeni ünvanların
ihdas edilmesi, görev ünvanlarına göre kadro sayısının belirlenmesi ve sözleşmeyle uzman personel istihdam edilmesi konularını düzenleyen işletmesel karar, yeniden yapılandırma planı çalışması, personelin emekliliğe hak kazanma tarihlerine dair liste ve diğer belgeler sunulmuştur.
Dosya içeriğine göre, iş sözleşmesi davalı konfederasyonun bütçe imkanlarının yetersizliği dikkate alınarak, tasarruf sağlanması amacıyla yönetim kurulu kararı gereği feshedilmiştir.
Mahkemece, davalı tarafa delillerini sunması için imkan tanınarak, dosya arasına alınan deliller üzerinde, gerek duyulursa işyerinde keşif gerçekleştirilerek ve uzman bilirkişi kurulundan rapor alınarak, feshin geçerli nedene dayanıp dayanmadığı, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde net olarak ortaya konulmalıdır. Yazılı şekilde eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 01/12/2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E.2015/2879
K.2015/4218
T. 24.03.2015
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Dava dilekçesinde, davacının davalı odaya aidat borcu olmadığının tespiti istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının 30.11.2006 tarihinde işyerini kapattığı halde davalı tarafından 1998-2011 yıllarını kapsar şekilde oda üyelik aidatının ödenmesi için ihtar yazısı gönderildiğini, 5362 sayılı Yasanın 7 ve 8. maddeleri uyarınca vergi mükellefi olmayan kişilerin oda üyeliğinin söz konusu olamayacağını belirterek, davacının oda üyelik kaydı faal olmadığından, önceki borçları da zamanaşımına uğradığından davacının davalı odaya aidat borcu bulunmadığının tespitine karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyulmuşsa da bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.
Dairemiz bozma ilamında, 507 sayılı Kanunun 21.06.2005 tarihinde 5362 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırıldığından, davada 5362 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği; 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun 7. maddesinde, oda üyelik kaydının şartlarının sayıldığı, 8. maddesinde ise, 7. maddede belirtilen üyelik şartlardan herhangi birini kaybedenlerin veya bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığı sonradan anlaşılan üyelerin oda kaydının silinmesine yönetim kurulu tarafından karar verileceği, Geçici 3. maddesinde de, odalara kayıtlı üyelerin üyelik nitelikleri bu Kanunda belirtilen şartlara uygun olarak yönetim kurulu tarafından güncelleştirileceği, herhangi bir nedenle mesleğini icra etmekten vazgeçtiği tespit edilen üyelerin yönetim kurulunca oda kayıtlarının silineceği, Geçici 5. maddesinde ise; 31.12.2003 tarihinden önceki dönemlere ait yıllık aidat ve gecikme zammı borcu olup oda tarafından kanuni yollara başvurulduğu halde adresinde bulunamayan ve faal olmadığı anlaşılan üyelerin oda yönetim kurulunca tespit edilerek oda üyelik kayıtlarının silinmesi için sicile bildirileceği hükme bağlanmıştır.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davacının 16.12.1996 tarihinde … Demir İşleri Odasına üye olduğu, 30.11.2006 tarihi itibariyle de işyerini kapattığı, halen vergi mükellefi kaydının bulunmadığı, 5362 sayılı Kanun uyarınca oda üyelik kayıtlarının güncellemesinin usulüne uygun yapılmadığı, zira süresi içerisinde davalı oda tarafından davacı aleyhine 2005 yılı ve önceki dönemlere ait yıllık aidat ve gecikme zammı borcu nedeniyle kanuni yollara başvurulduğunu gösterir herhangi bir delilin bulunmadığı, Odanın, üyelerinin vergi ve diğer kayıtlarını e-esnaf veri tabanında güncel tutma yükümlülüğünün bulunduğu anlaşılmaktadır.
Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamada, davacı üyenin oda üyelik kaydının silinmesi için odaya bir başvurusu bulunmadığı, dolayısıyla üyeliğinin devam ettiğinden aidat borcundan sorumluluğu da devam ettiği gibi zamanaşımı iddialarının da tahsilde dikkate alınması gerektiğinden bahisle davanın reddine ilişkin hüküm kurulmuştur.
Dairemizin 03.02.2014 tarihli bozma ilamı ile yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında davacının davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan nedenler gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi yerinde bulunmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulüne, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunla 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen Geçici 3. maddesindeki atıf nedeniyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 24.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ
E.2021/1952
K.2021/11350
T. 15/11/2021
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ANKARA 5. TÜKETİCİ MAHKEMESİ
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacının istinaf başvurusunun reddine yönelik olarak verilen kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı; emlak komisyoncusu olarak …’ın sahibi olduğu taşınmaz için davalı ile 29/04/2015 tarihli “emlakçı hizmet bedeli protokolü” imzaladıklarını, aynı gün davalı ile dava dışı satıcı arasında ayrıca bir “taşınmaz alım satım protokolü” imzalandığını ve taşınmazın tapu devrinin gerçekleştiğini, protokolde davalının aracılık hizmeti için 50.000 TL’yi protokolün imzası anında, kalan 21.000 Euro bakiyeyi ise 29/07/2015 tarihine kadar ödeyeceğinin kararlaştırıldığını, davalının 50.000 TL’lik ödemeyi yaptığını ancak kalan bakiyeyi ödemediğini, ödenmeyen hizmet bedeli için başlattığı icra takibine davalının takibe haksız itiraz ettiğini iddia ederek; davalının haksız itirazının iptali ile takibin devamına, davalı aleyhine icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir.
Davalı; davacı ile aralarında imzalanmış geçerli bir simsarlık sözleşmesinin bulunmadığını, davacının dayandığı protokol başlıklı belgenin simsarlık sözleşmesi unsurlarını taşımadığını, taşınmaz maliki ile imzalanan protokolün ise gayrımenkul satış vaadi sözleşmesi niteliğinde ve şekle aykırılık sebebiyle geçersiz olduğunu, sözleşmede satışın 30/04/2016 tarihinde yapılmasının kararlaştırıldığını ancak o tarihte gerçekleşmediğini, davacının ücrete hak kazanamadığını, talep edilen hizmet bedelinin fahiş olduğunu ve iyiniyet kurallarına aykırı olduğunu savunarak, davanın reddini ve davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
İlk derece mahkemesince; 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 62.maddesi uyarınca, Emlakçılar Odasından alınan bilgiye göre TESK’in 20/07/1999 tarihli ve 1999/122 sayılı yönetim kurulu kararı ile belirlenen emlakçı komisyonunun, alıcıdan % 2, satıcıdan % 2 şeklinde olup Ankara emlak piyasasında da uygulamanın bu yönde olduğu, 700.000 Euro satış bedelinin imza tarihindeki kura göre TL
karşılığı olan 2.057.930 TL’nın %2’sinin ise 41.158,60 TL olarak hesaplandığı, davacının ödediği 50.000 TL tutarın bu bedeli karşıladığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça istinaf edilmiştir.
Bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesi kararında usul ve esas yönünden kanuna aykırılık olmadığı gerekçesiyle, davacının istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.
Taraflar arasında imzalanan “Emlakçı Hizmet Bedeli Protokolü” başlıklı sözleşme ile davalı, satışa aracılık hizmet bedeli olarak davacıya 50.000 TL + KDV’sini protokolün imzalanmasıyla, bakiye 21.000 Euro+ KDV’sini ise 29/07/2015 tarihine kadar elden nakit olarak ödemeyi üstlenmiştir. Bu durumda, davalı söz konusu satış gerçekleştiğinden, serbest iradesi ile imzaladığı sözleşme ile bağlıdır.
Buna göre ilk derece mahkemesince, davalının sözleşme ile bağlı olduğu gözetilerek, sözleşmede kararlaştırılan hizmet bedeli dikkate alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle davanın reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, iş bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 15/11/2021 tarihinde oy birliği ile karar verild
YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/11876
K. 2014/1217
T. 03.02.2014
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ: 29/04/2013
NUMARASI : 2011/631-2013/259
Dava dilekçesinde, davacının davalı odaya aidat borcu olmadığının tespiti istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının 30.11.2006 tarihinde işyerini kapattığı halde davalı tarafından 1998 ila 2011 yılları arasını kapsar şekilde oda üyelik aidatının ödenmesi için ihtar yazısı gönderildiğini, 5362 sayılı Yasanın 7. ve 8. maddeleri uyarınca vergi mükellefi olmayan kişilerin oda üyeliğinin söz konusu olamayacağını belirterek, davacının oda üyelik kaydının faal olmadığı, önceki borçların da zamanaşımına uğradığı ve davacının davalı odaya aidat borcu bulunmadığının tespitine karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanununun 7. maddesinde; “Oda üyeliği için aşağıdaki şartlar aranır: a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak veya yabancı devlet tabiiyetinde bulunmakla beraber Türkiye’de sanat ve ticaret yapıyor olmak. b) Medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olmak. c) Vergi mükellefi olmak ya da vergiden muaf olmak. d) Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bünyesindeki odalara kayıtlı olmamak”, Üyeliğin son bulmasına ilişkin 8. maddesinde; “Aşağıda belirtilen durumlarda üyenin oda kaydının silinmesine yönetim kurulu tarafından karar verilir, durum sicile bildirilerek kaydın silinmesi temin edilir ve kaydı silinen üyeye oda tarafından on gün içinde üyenin odaya bildirdiği iş yeri veya ikamet adresine yazılı olarak bildirilir. a) Daimi olarak odanın çalışma bölgesi dışına çıkanlar, b) 7 nci maddede belirtilen şartlardan herhangi birini kaybedenler veya bu şartlardan herhangi birine sahip olmadığı sonradan anlaşılanlar. c) Sanat ve mesleğini yapmaktan sürekli olarak men edilenler. d) Vergi mükellefiyetini sildirenlerden altı ay içinde tekrar vergi mükellefiyeti tesis ettirmeyenler.” Aynı Yasanın Geçici 3. maddesinde; “15.8.2005 tarihine kadar, mevcut esnaf ve sanatkârlar odalarına kayıtlı üyelerin üyelik nitelikleri bu Kanunun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uygun olarak yönetim kurulu tarafından güncelleştirilir. Sicile kayıtlı olmayıp odaya kayıtlı üyelerle, odaya kayıtlı olmayıp sicile kayıtlı olan üyelerin eksik işlemleri, sicil tarafından oda ve sicil numaraları ilgili odayla irtibatlı olarak verilerek tamamlanır. Ayrıca, odalar; üyelerine ilişkin bilgilerin Bakanlık e-esnaf ve sanatkâr veri tabanında güncelleştirilmesini 15.8.2005 tarihine kadar tamamlamak zorundadırlar. Üyeler de bu süre içinde eksik bilgilerini odaya ulaştırmak mecburiyetindedirler. Bu çalışmalar sonucunda vefat ettiği, emekli olarak veya başka bir nedenle mesleğini icra etmekten vazgeçtiği tespit edilen üyelerin bilgilerini havi listeler oda yönetim kurulunca sicile bildirilir ve bu kişilerin sicil ve oda kayıtları silinir. Bu şekilde yapılan terkin işleminden harç alınmaz ve Sicil Gazetesinde yayımı ücretsiz olarak yapılır.”, Geçici 5. maddesinde ise; “31.12.2003 tarihinden önceki dönemlere ait yıllık aidat ve gecikme zammı borcu olup oda tarafından kanuni yollara başvurulduğu halde adresinde bulunamayan ve gayrifaal olduğu anlaşılan üyeler oda yönetim kurulunca tespit edilerek sicil ve oda üyelik kayıtlarının silinmesi için sicile bildirilir; bu şekilde yapılan terkin işlemlerinin Sicil Gazetesinde yayımı ücretsiz olarak yapılır ve harç alınmaz.”, yine Yasanın 76. maddesinde “17.7.1964 tarihli ve 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer kanunlarda, 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununa yapılmış olan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır.” hükümleri yer almaktadır.
Somut olayda; davacının 16.12.1996 tarihinde İ.. O..’na üye olduğu, 30.11.2006 tarihi itibariyle de işyerini kapattığı, halen vergi mükellefi kaydının bulunmadığı, 5362 sayılı Yasa uyarınca oda üyelik kayıtlarının güncellemesinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacı vekili davacının, davalı odaya aidat borcu olmadığının tespitini 16.11.2011 tarihinde mahkemeden istemiş, mahkemece davacının 507 sayılı Yasa döneminde odaya üyelik kaydının silinmesi hususunda bir başvurusunun bulunmadığı, 507 sayılı Yasa uyarınca üyeliğinin devam ettiği, dolayısıyla aidat borcundan sorumlu olduğu gerekçesiyle talep reddedilmişse de, 507 sayılı Yasa 21.06.2005 tarihinde 5362 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırıldığından, yukarıda gösterilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında olaya 5362 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması ve delillerin bu çerçevede değerlendirilip bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan nedenler göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi yerinde bulunmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulüne, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunla 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen Geçici 3. maddesindeki atıf nedeniyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 428. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 03.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/3603
K. 2019/358
T. 15/01/2019
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada … 10. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 01/12/2016 tarih ve 2014/935 E. – 2016/732 K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine – kabulüne dair … Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 25/05/2017 tarih ve 2017/525-2017/506 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı, davalının (…) olarak işlettiği “…Dünyası” adlı iş yerinde, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu uyarınca yayınladıkları asgari fiyat tariflerine uymayarak delil tesbit dosyasında da belirlendiği gibi çeşitli reklam ve ilanlar ile ücret tarifesinin oldukça altında hizmet verdiğinin tespit edildiğini ileri sürerek, davalının yaptığı haksız rekabetin önlenmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, kendisinin … Ticaret Odasına kayıtlı olduğunu ve işyerinde, … Oda Meclisince onaylanan 27.01.2014 tarihli azami fiyat tarifesini esas aldığını, davacı kuruluş ile ilgisinin olmadığını, davacı kuruluşa karşı haksız rekabet etmesinin mümkün olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalının … Ticaret Odası’na kayıtlı olarak …lük ve Güzellik Merkezi niteliğinde 2. sınıf salon işlettiği, ancak hem ciro hem de sınıf itibariyle … … Güzelllik Salonları İşletmeleri ve … Esnaf Odasının faaliyet ve görev alanındaki bir esnaf işletmesi olduğu, anılan Esnaf Odası tarafından ikinci sınıf …ler için, azami fiyatları belirleyen fiyat tarifesi çıkarıldığı, davalının Esnaf Odası üyesi olmasa da, kuruluş kanununa göre bu odanın görev alanında çıkardığı asgari fiyat listesi ile bağlı olduğu, davalının … Ticaret Odasının belirlediği fiyatının da çok altında fiyatlarla hizmet verdiği, bu fiyatların altında ücret alınmasını yasaklayan bir hükmün bulunmadığı belirtilmiş ise de, haksız rekabet olgusunu tanımlayan yasal düzenlemede “haksız rekabet, rekabetin iyi niyet kurallarına aykırı şekilde her türlü suistimalidir” şeklinde tanımlandığı, sadece yasaklayıcı yazılı bir kural bulunmamasının, o eylem veya işlemin haksız rekabet oluşturmayacağı anlamına gelmeyeceği, rekabetin, sadece yazılı kurallar ile düzenlenmediği, bu konuda o meslek dalına ilişkin örf ve adet ile meslek etik kurallarının da değerlendirilmesi gerekeceği, … …ler Güzellik Salonları İşletmeleri ve … Esnaf Odası tarafından ikinci sınıf …ler için düzenlenen fiyat tarifesinde, hizmet türlerine göre belirlenen fiyatlara göre, davalının % 30, % 50’ye varan düşük fiyat ilan ettiği, ticari yaşamdaki iskonto oranlarının genellikle % 10, % 15, %20 şeklinde olduğu düşünüldüğünde, azami fiyat tarifelerindeki fiyatların üzerinden davalı tarafından belirtilen indirim oranlarının katına varan ya da katını bile geçen indirim yapıldığı, bu kapsamda davalı tarafından yapılan indirimin olağan rekabet koşulları içinde değerlendirilemeyeceği, bu tür indirimlerin TTK’nın 55. maddesi gereğince iyiniyet ve dürüstlük kuralları ile bağdaşmayacağı ve haksız rekabet oluşturacağı gerekçesiyle, davanın kabulü ile davalının uyguladığı asgari fiyat tarifesi altında kalan ve devamlılık arz eden fiyat uygulamasının haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, iş yerine astığı haksız rekabet teşkil eden fiyat pankart ve levhalarının kaldırılmak suretiyle haksız rekabetin men’ine karar verilmiştir.
Karara karşı, davacı ve davalı vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
… Bölge Adliye Mahkemesince, dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, TTK’nın 56. maddesi uyarınca, iktisadi rekabetin objektif iyiniyet kurallarına aykırı her türlü suistimalinin haksız rekabet sayıldığı, TTK’nın 57/10. maddesi hükmüne göre ise, rakipler hakkında da cari olan kanun, nizamname, mukavele yahut mesleki veya mahalli adetler ile tayin edilmiş bulunan iş hayatı şartlarına riayet etmemenin, haksız rekabet oluşturduğu gibi, esasen anılan yasanın 56. maddesi ile hakime, çevreye, zamana ve günün ekonomik koşullarına intibak edebilen geniş ve değişik bir kıstas verildiği, haksız rekabet hükümlerinin sadece rakiplerin ekonomik çıkarlarını değil, rekabete dayalı ekonomik düzenin de korunmasını amaçladığı, nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01.05.2001 gün ve E.1828/K.3862 sayılı kararı ile de aynı görüşün benimsendiği gerekçeleriyle davalı … vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusuna ise, tespit dosyasında yapılan masrafların yargılama giderlerinden olup, mahkemece kabul edilen müddeabihe eklenmesinin zorunlu olduğu, bu nedenle, mahkemenin asıl dosyasının eki niteliğinde olan … 7. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/136 D.İş dosyasını da, davacı tarafından yapılan 542.50 TL masrafın yargılama giderine dahil edilmediği anlaşılmakla, HMK’nın 353/1-b-2 maddesi uyarınca yapılan yanlışlık duruşma açılmasını gerektirmediğinden, dosya üzerinden, yapılan masrafın yargılama giderlerine dahil edilecek şekilde karar vermek gerektiği, buna göre HMK’nın 353/1-b maddesi uyarınca, kararın kaldırılması niteliğinde bir karar verilmiş ise de mahkemece yapılan yanlışlığın yargılama giderine ilişkin olduğu ve yalnızca bu yönden mahkeme kararı düzeltildiği gerekçeleriyle kararda yer alan diğer hususların, infazda tereddüte mahal verilmemesi açısından aynen yazılmasına karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 13,00 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 15/01/2019 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ
E. 2020/4130
K. 2021/3509
T. 17.03.2021
“İçtihat Metni”
Mahkemesi: Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
Dava, ödeme emri iptaline istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı Kurum vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince verilen kararın, davalı kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM:
Davacı vekili, davacının vefat eden babası … ‘nın Kars Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası’nda yönetim kurulunda görev almış olması sebebiyle 2001-2017 yılları arasına ait prim borçlarından sorumlu olduğundan bahisle davalı kurumdan davacıya ödeme emri gönderildiğini, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 1. maddesine göre kamu kurumu niteliğindeki esnaf ve sanatkarlar odalarının tüzel kişiliğe sahip olduğunu, tüzel kişinin prim borçlarından tüzel kişilerin üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri ile tüzel kişiyi temsil ve ilzama yetkili kişilerin müteselsilen sorumlu olduklarını, bu kişilerin de yönetici oldukları dönem borçlarından sorumlu olduklarını, davacının babasının 1993-2005 yılları arasında esnaf odasında yönetim kurulunda görev aldığını, ödeme emrinde ise 2001-2017 yıllarına ait tüm borçlardan davacının sorumlu tutulduğunu, babasının yönetim kurulu üyeliği yapmadığı dönemlere ait prim borçlarından davacının sorumlu tutulmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu, 2001-2004 yıllarına ait prim borçlarının vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren beş yıl içinde tahsil edilmediğini, 2004-2007 yıllarına ait prim borçları için ise zamanaşımı süresinin on yıl olduğunu, davacının babasının yönetim kurulu üyesi olduğu dönemlere ait olan ve davacının sorumlu tutulabileceği prim borçlarının zamanaşımına uğradığını belirterek davalı kurumdan gönderilen 14/11/2017 tarih ve 13.761.153 sayılı ödeme emrinin iptalini ve davacının borçlu olmadığının tespitini istemiştir.
II-CEVAP:
Davalı vekili, 6183 sayılı Kanunda borçlu olmadığının tespiti davasının düzenlenmediğini, bu nedenle menfi tespit davası açılamayacağını, davacının,alacakların zamanaşımına uğradığı iddiasının on yıllık süre dolmadan alacakların tahsili yoluna gidilmesi nedeniyle dinlenemeyeceğini, 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesinde sigorta primleri ve diğer alacaklardan sorumlu olanların sayma yöntemi ile belirtilmediğini, bu nedenle yönetim kurulu üyeleri, üst düzey yöneticiler, yönetim kurulu başkan ve yardımcıları, muhasebe müdürleri, insan kaynakları ile diğer bölümlerde görev yapan müdürlerin tamamının kastedildiğini, 6183 sayılı Kanun’un 35. ve 36. maddeleri gereğince ortakların tamamının amme alacaklarından sorumlu olduğunu, davacının babasının da yönetim kurulu üyesi olması ve tahakkuk etmiş bir amme alacağının mevcudiyeti karşısında davacının ödeme emrinde yazılı alacaklardan sorumlu olmadığından bahsetmenin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
III-MAHKEME KARARI:
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
Mahkemece, davanın Yasal yedi günlük hak düşürücü süre sona ermeden açıldığı, davacının, miras bırakanının yönetim kurulu üyeliği görev süresi itibarıyla ödeme emrinde yazılı olan kurum alacaklarından sadece 12/01/1999-29/10/2005 tarihleri arasındaki döneme ait olanlardan sorumlu tutulabileceği, bu döneme ait alacaklar bakımından öngörülen Yasal zamanaşımı sürelerinin davacıya ödeme emri tebliğinden önce sona erdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle, davacı adına düzenlenen ödeme emrinin iptaline ve davacının söz konusu ödeme emrinde yazılı olan Kurum alacaklarından sorumlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.
B-BAM KARARI
Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk dairesince, incelenen mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davalının istinaf başvurusunun hmk’nın 353/1/b/1 maddesi uyarınca esastan reddine, karar verilmiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davalı kurum vekili; … mirasçılarının ayrı ayrı açtıkları davaların birleştirilmeden karara bağlanmasının hatalı olduğunu, davanın yasal 7 günlük sürede açılmadığını, murisin yönetim kurulu başkanı olması nedeniyle borçtan sorumlu olduğunu, 5510 sayılı Yasa’nın 88.maddesinin dikkate alınması gerektiğini, alacağın zamanaşımına uğradığı kararının da hatalı olduğunu, 2016 yılında odanın yapılandırma yaptığını ve 2018 yılında da yeniden başvurusu olduğunu, bu belgeler getirtilmeden karar verilmesinin hatalı olduğunu, 2004-2008 yılları arasında zamanaşımı süresinin 10 yıl olup zamanaşımını kesen işlemlerin yapıldığını, aksine kabulün hatalı olduğunu ileri sürerek temyiz kanun yoluna başvurmuştur.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Dosya kapsamından, dava dışı Kars Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası’nda 1993/3-2005/10 arası yönetim kurulunda davacı murisinin görevli olduğu, 2001-2017 tarihleri arası dava dışı Kars Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası’nın prim, işssizlik sigortası primi, damga vergisi ve ferileri borçlarına dair ödeme emrinin davacı … adına düzenlenip 18.11.2017 tarihinde tebliğ edildiği, mahkemece zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yazılı şekilde karara verildiği anlaşılmıştır.
Davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 80. maddesi hükmünün, 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren 3917 sayılı Kanunla değiştirilmesinden önceki dönemde; prim alacağı ve gecikme zamları yönünden Kurumun alacağı Borçlar Kanunu 125. maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. 506 sayılı Kanunun 80. maddesinde 3917 Sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. 6183 sayılı Kanun m. 102 ve devamı maddeleri uyarınca zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı, alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen yılbaşı olarak belirlenmiştir. 06.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5198 sayılı Kanun ile bu konuda yeniden bir düzenleme yapılmış, Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanunun 51. maddesi ile birlikte 102. maddesinin uygulanmayacağı hükme bağlanarak 3917 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 10 yıllık zamanaşımı dönemine geri dönülmüştür.
Diğer taraftan; 6183 sayılı Yasa’nın 103. maddesi ile tahsil zamanaşımını kesen sebepler düzenlenmiş olup; anılan düzenlemede; “1. Ödeme, 2. Haciz tatbiki, 3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat, 4. Ödeme emri tebliği, 5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi, 6. Yukarıdaki 5 sırada gösterilen muamelelerden her hangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması, 7. İhtilaflı amme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi, 8. amme alacağının teminata bağlanması, 9. kaza mercilerince icranın tehirine karar verilmesi, 10. İki amme idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi, 11. (Ek bent: 25/12/2003 – 5035 S.K./1. md.) Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması.
Kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımının bir bozma kararı ile kesilmesi halinde zamanaşımı başlangıcı, yeni vade gününün rastladığı; amme alacağının teminata bağlanması veya icranın, kaza mercilerince durdurulması hallerinde, zamanaşımı başlangıcı teminatın kalktığı ve durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı; takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günüdür.” hükmü öngörülmektedir. Bu kapsamda zamanaşımı süreleri dava konusu prim borçlarının dönemleri itibariyle değerlendirilmeli, zamanaşımına uğramayan borçların varlığının tespiti halinde, yukarıda belirtilen mevzuat kapsamında yapılacak değerlendirme ile varılacak sonuca göre hüküm tesisi gereklidir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre, mahkemece, davaya konu dava dışı Kars Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası’nın prim ve ferileri borçlarından dolayı davacı murisi veya davacı hakkında zamanaşımını kesen veya durduran sebeplerin olup olmadığı kurumdan sorulup araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin istinaf isteminin esastan reddine dair kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesince verilen karar bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak, ilk derece mahkemesi kararının BOZULMASINA, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine, dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 17.03.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.